24 Ağustos 2007 Cuma

AMERİKA ŞİMDİ BU SKANDALLA ÇALKALANIYOR: TELEKIZI UZAY MEKİĞİNDE UNUTTULAR

Amerika’nın Atlanta eyaletinde yer alan Portland
uzay üssünden yaklaşık iki hafta önce havalanan uzay
mekigi Columbus B-12’nin içinde,
asranotlarla birlikte bir de telekiz bulunduğu ortaya
cıktı.
Olayın duyulması Amerika’da büyük bir skandala yol açarken NASA yetkilileri konuyla ilgili
sesizliklerini koruyorlar.

Skandalı bir Türk ortaya çıkardı.

Olayı LA Times gazesi muhabirlerinden Türk asıllı
Feridun Forshaw ortaya çıkardı. Bundan 100 yıl önce
Kayseri’den Amerika’nın
California eyalatine goceden bir ailenin uyesi olan Feridun Forshaw, Çanak
Anten’e gelişmeleri şöyle aktardı: “Bu sıkandal
yüzyılın en utanc verici skandalıdır. Hem bilim hem de
Amerikan hükümeti adına utanç vericidir.
Astronotlar gitmek var dönmek yok diyerek kalkıştan bir gece önce uzay mekiğinde alem yapmışlar. Ertesi gün havalandıklarında bir de bakmışlar ki uzay mekiğinin tuvaletinde aşırı alkoden sızmış kalmış bir
kadın. Nemrut adamalar öyle çok içmişler ki bir gece önceden mekiğe
getirdikleri telekızı hatırlayamamışlar bile. Yapacak
bir şey olmadığını anlayan astronotlar önce paniğe
kapılmış sonra da duruma kendilerini alıştırmaya
çalışmışlar. Tele kızı uzay boşluğuna atacak değiller
ya."

Feridun Forshaw, astronotların olaydan NASA üssündeki
yetkilileri haberdar etmediklerini belirterek
sözlerini şöyle südüdü “Bu elbette büyük bir
sorumsuzluk örneği ve büyük bir risk. Ustelik de suctur. Hem kendi
hayatlarını tehlikeye atıyorlar hem de milyonlarca
dolar harcanan bir projeyi riske atıyorlar."

Peki olay nasıl ortaya çıktı? Bu konuda
Türk kökenli gazeci adeta bir dedektif gibi çalısmış.
Tam 17 yildir gazetin NASA muhabiri olarak görev yapan ve NASA çalısanlarıyla içli disli olan Forshaw, uzay
üssünden, mekikteki görüntüleri çok dikkatli izlemiş.
Şöyle aktarıyor edindigi ilginç gozlemleri: “Uzay
gemisinde kameranın olmadığı tek yer tuvalettir. Bu
nedenle kimse orda saklı duran telekızın varlığından
haberdar olamadı. Ancak görüntüleri izlerken bir şey
dikkatimi çekti, Astronotlar günde en fazla bir defa
tuvale giderler ancak bir de baktım ki ikişer defa
tuvalete gidiyolar. İkincisi hepsinde normalin üzerin
de bir yorgunluk hisettim. Başlangıçta bunun bir uzay
virüsünden kaynaklanmış olabileceğini düşündüm. Ancak
kamera gözlemlerimi derinleştirdikçe, gelismelerin
arkasında başka bir şeyin olduğunu saptadım."
Peki Feridun Forshaw bunu nasıl saptamıştı? Bu sorumuzu ise şöyle yanıtlıyor: "Bir keresinde görüntüler üzerine
fokus yaptım ve astronotlardan birinin üzerinde saç
kılı tespit ettim. Başlangıçta buna pek anlam veremedim, ancak sonra onun ne fantazi duskunu biri oldugunu hatirlayinca, bu kilin da karısıyla
yasadığı veda gecesinden kalma olabileceğini düşündüm. Sözünü ettiğim astronot yakın arkadaşımdır. Onu iyi bilirim, astronot kıyafetiyle bile ask yapanlardandır.
Nitekim bu düşüncemi kesinleştimek için hemen bir gün önceki
görüntüleri inceledim ve gördüm ki astronotun üzerinde
saç kılı falan yok. Hemen kıllandım tabii.
Onunla
hemen direkt iletişim kurmanın yollarını aramaya basladım.
Bunun için NASA'da çalışan bazı insanlara rüşvet bile yedirdim. Bir gece yarısı kumanda merkezinden Feridun ile uydu baglantısı aracılığıyla konuşurken aniden sordum, "Kız hala
tuvalette mi diye?". Bu bir tuzak soruydu elbette. Bizim
ki boş bulunup, "evet" cevabı vermez mi.
Sonra durumu
müdürlerine bildirdim. Olay böylece patlak vermiş oldu.
Ancak NASA yekilileri beni olayı yazmamam konusunda
uyardılar. Hatta CIA beni tehdit bile etti. Bilgisayar
kayıtlarıma el kondu. Çünkü onlara göre bu bir devlet
sırrıydı, bana göreyse değildi. Ayrıca böyle bir olay
yakalamak benim gibi bir gazeteciye bir daha nasip olur muydu? Ne ettim ettim sonunda
gazeteye yazımı ulaştırdım. “
Skandalın ardından bütün Amerikan televizyonlarının
röportaj yapmak için peşinden koştuğu Forshaw, ikinci demecini Canak Anten e verdi.
Bu arada olayla ilgili çok yönlü soruşturmalar devam ediyor.

YUKARIDAKİ HABER VE RESİM TÜMÜYLE ASPARAGASTIR VE SİZ OKURLARI EĞLENDİRMEK İÇİN YAZILMIŞTIR. İyi bir haftasonu geçirmenizi temenni ediyoruz. Ç.A

22 Ağustos 2007 Çarşamba

HÜRRİYET'E İNAT BİZ DE ERKEKLERİN YARI ÇIPLAK RESİMLERİNİ YAYINLIYORUZ!

Hürriyet'in kendi internet sitesinde erotik resimlerin yer aldığı foto galerileri yayınlaması ayrı bir sorun, bu galerilerde sadece kadın resimlerine yer vermesi ise bir başka sorun. Sanki gazetelerini bir tek erkekler okuyormuş gibi. Peki ya kadın okurlar? Biz de Hürriyet'in KADIN ve GAY okurları için burada bir FOTO GALERİ açtık. İşte New York İtfaiye Departmanı'nın (FDNY) 2008 yılı takviminde yer alan New York İtfaiyesinde görevli Yağız Yangın Söndürücüler!!










































































19 Ağustos 2007 Pazar

Dünyada Ocak 1992den Haziran 2007ye kadar kac gazeteci öldürüldü?

Dünyada Ocak 1992den Haziran 2007ye kadar kac gazeteci öldürüldü

Öldürülen gazetecilerin görevleri Ölüm nedenleri

Öldürme olayını gerçekleşirenler

Gazete muhabirleri ve yazarları %32.1

Televizyon muhabirleri %20.6

Editörler %16.8

Kameramanlar % 9.3

Köşe yazarları ve yorumcular %8.9

Fotoğrafçılar %7.4

Yapımcılar % 5.8

Yayınevi çalışanları ve yayınevi sahipleri % 3.3

Teknik elemanlar % 2.2

Cinayet %72.7

İki ateş arasında kalmaktan %17.6

Ötekı teklikeli olaylar nedeniyle % 9.6

Belirsiz nedenlerle %0.1

Politik gruplar % 29

Devlet güçleri % 19.3

Çeteler %11.5

Kontrgerilla gibi gizli devlet örgütleri %6.5

Yerli halk %1.7

Unknown %22.9

Mob %.1

Çalıştıkları alanlara göre öldürülen gazetcilerin oranı

Öldürmede kullanılan silah çeşidi

Ne şekilde öldürüldüler

Gazete çalışanları %58.2

Televizyoncular % 25.8

Radyocular %17.9

İnternet çalışanları %1.1

El tabancası ve tüfek %51

Top ve havan topu gibi ağır silahlar %15.6

Bıçak %7.1

İnsan eli (dayak) 5.3

Öldürülmeden önce tehdit edildiler %27.3

Öldürülmeden önce kaçırıldılar %27.3

Diğer % 43.4

Cinsiyetlerine gore öldürülen gazeteciler



Erkek %92.8

Kadın % 7.2






Yerli %85.4

Yabancı %14.6



öldürülenBağımsız gazetecilerin oranı

%12.3

Olümler nerede gerçeklesti

HANGİ TARİHLERDE KAÇ GAZETECİ ÖLDÜRÜLDÜ

GAZETECİLER NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ

Irak 109

Cezayir 60

Rusya 47

Kolombiya 39

Filipinler 32

Hindistan 22

Bosna 19

Türkiye 19

Somali 17

Ruanda 16

Sıerre Leone 16

Tacikistan 16

Afgan

Afganistan 15

Brezilya 14

Meksika 13

Pakistan 13

Bangladeş 12

Sri Lanka 9

Angola 8

Yugoslavya 8

2007: 24 (2007 Haziranının 28ine kadar )

2006: 56

2005: 48

2004: 57

2003: 41

2002: 21

2001: 37

2000: 24

1999: 36

1998: 24

1997: 26

1996: 26

1995: 51

1994: 66

1993: 57

1992: 42


Savaş %32.9

Politik %24.8

Yolsuzluk %21.8

Cinayet 13.1

İnsan hakları %13.7

Diğer 5.8

KAYNAK CPJ

18 Ağustos 2007 Cumartesi

HANGİ GAZETECİDEN NASIL YARARLANILIR-1: NURAY MESTÇİ

Lezzet dergisinin eski genel yayın yönetmeni olan Nuray Mestçi basındaki en sıcak yüzlerden, en medeni kişiliklerden biridir. Eğer televizyon yapımcısı olsam Nuray’a mizahi bir yemek programı yaptırırdım. Çok da tutardı. Bir gün cesaretimi toplayıp Nuray’a sormayı düşünüyorum: “Nuray! kendine bir webcam al. Sonra evde kendi mutfağında yemek yaparken kamerayı aç, o an etrafında kim varsa, onlarla sohbet et, bir yandan da o gün canın ne pişirmek istiyorsa onu pişir. Sonra bu görüntüleri bana ver, ben de bu blogdan yani Çanak Anten den yayınlayayım. Eminim çok keyifli bir yemek dizisi ortaya çıkardı.
Nuray’la vakit geçirmek o kadar keyifli ki izleyenler de onunla cok iyi vakit geçireceklerdir. TV yapımcılarına duyurulur: Akşam eve geldiklerinde az malzemeyle çarçabuk bir şeyler hazırlamak isteyen çalışan kesime yönelik bir yemek programı gerekiyor. Işte Nuray: Böyle bir programı en iyi kotaracak kisi. Çabuk hazırlanan yemek tarifleri ve biraz da mizah içerecek bu programı izlemek, iş sonrası çok hoş olurdu.

Hıdır Geviş

17 Ağustos 2007 Cuma

GOOD JOB, MR. ÖZKÖK!

Türkiye garip bir ülke, özel bir müesseseden bir gazeteci atılıyor, Gazeteciler Cemiyeti olayı kınıyor. Bir meslek örgütü olarak toplu işten atmaları kınayabilirsiniz, anlayabilirim. Ama özel şirkete ait bir gazete, köşe yazarını işten çıkardı diye kınama mesajı yayınlayamazsınız. Hürriyet yönetimi Emin Çölaşan ile uyuşamamış ve göndermişlerdir. Nedeni her ne olursa olsun. Aydın Doğan kimsenin babası olmadığı gibi, Hürriyet gazetesi de kimsenin babasının malı değil, Aydın Doğan’ın malıdır. Neticede Hürriyet ticari bir kurum degil mi? Kar amacı gütmeyen bir yarı devlet orgazisayonu değil ki kurumların tepkilerine göre hareket etsin. Ortada yasalara aykırı bir durum da yok. O halde bunca gürültü koparmanın da hiç gereği yok.
Hürriyet’in, benim her zaman yaptığım gibi gazetecilik yönünü eleştirebilirsiniz ama yönetimine, iç işlerine bu denli ciddiyetle karışmak biraz garip bir yaklaşım olmaz mı.
Ayrıca Emin Çölaşan’ın muhalif bir gazeteci olduğu iddia edilerek bu muhalif sesin susturulduğu öne sürülüyor. Bu son derece yanlış bir analiz. Deniz Baykal neye ne kadar muhalifse, Emin Çölaşan’ın muhalifliği de o ölçüdedir. Türkiye de bu iki isim sayesinde muhalif kavramının asıl içeriği de zedelendi. Bir şeye muhalif olmanız sizi önemli, değerli ya da fedakar kılmıyor artık, hangi fikirler üzerinden muhalefet yaptığınız önemli.
Emin Çölaşan, Deniz Baykal gibi 1980’lerin mentalitesini 2007 yıllında hala devam ettirmeye çalışan son derece softa, ırkçı, tekrarcı, devlet kurumunu putlaştırıp, siyasal bir şahsiyete büründürmeye çalışacak kadar şamanist ve çağdışı bir gazetecidir. Onun gibi bölücü zihniyetler nedeniyle yıllarca devlet-toplum çatışması yaşandı bu güzelim ülkede.
Bu gazeteciler, fikir olarak bırakın toplumu aydınlatmayı karanlığa mahkum etme mücadelesi veriyorlar.
Bu nedenle Ertuğrul Özkök’ü tebrik ediyorum. Umarım Sayın Ertuğrul Özkök’ün Bekir Coşkun ve Yılmaz Özdil gibi öteki iki fikir yoksulu gazeteciye de ihtiyaç duymadığı günler gelir. ÇAĞAN ÖZTÜRK

15 Ağustos 2007 Çarşamba

Gazetecilik okullarında CASE STUDY dersleri okutulsa, YENİ ŞAFAK şu başlığı kullanır mıydı?

Nasil ki business okullarında case study dersleri okutuluyorsa, Türkiye’deki gazetecilik okullarında da benzeri dersler okutulmalı. Türkçeye durum analizi olarak çevirebilecegimiz case study, öğrencilerin okudukları bilim dalını daha iyi kavramasına yönelik geliştirilmiş bir ders… Bu tür derslerde, iş yerinde yaşanabilecek ya da yaşanmış bir örnek olay ele alınıyor ve bu olay, öğretim görevlisi yönetimindeki öğrenciler tarafından tepeden tırnağa tartışılıyor. Okulda sadece teorik bir eğitim gören öğrenciler, bu tur dersler sayesinde, gelecekteki meslek hayatlarına daha iyi hazırlanmış, pratikte karşılaşabilecekleri sorunlara karşı baştan eğitilmiş oluyorlar. Case Study dersleri, yetişecek genclerin analiz güçlerini geliştirdiği gibi, olaylara daha etraflı bakmalarını ve dolayısıyla daha mantıklı bir sonuca varmalarını sağlıyor.

Türkiye gibi bir ülkede her şeye ihtiyaç olduğu gibi iyi yetişmiş gazetecilere de ihtiyaç var. Ben inanmıyorum ki case study dersleriyle yetişmiş, bu derslerde gazetecilerin yüzyüze kaldığı onlarca problematik örnek durumlar üzerinde kafa yormuş bir gazeteci, Yeni Şafak’daki şu başlığı atsın: “KYB bu kez iyice abarttı!”
Gazetenin 1 Ağustos tarihli internet sayfasında yer alan bu haber, gerçekten incelenmeye değer.
Birincisi başlık ve haber metni arasındaki ilişki bakımından incelenmeli. Haber, Irak Bölgesel Kürt
Yönetimi'ne bağlı bir yetkilinin, Türk savaş uçakları'nın Kuzey
Irak'a misket bombası
attığı iddiası üzerine kurulu.
Haber, tümüyle bu iddianin detaylarına ve misket bombasının ne olduğuna yönelik hazırlanmış.

Peki öyleyse neden “KYB bu kez iyice abarttı!” deniyor. Haber metni tümüyle informatif ama haber başlığı tümüyle yorum. Olabilir, yorum yapma hakkımız elbette var. Peki bu yorumu neye dayandırıyorsunuz? Eger bu iddianın abartı olduğunu düşünüyorsanız bu düşünceye nereden varıyorsunuz? Haberin içinde başlıktaki yorumu destekleyecek hiç bir bilgi yok. Olayı başka kaynaklara sordunuz, arastırdınız da mı bu sonuca vardınız, eğer öyleyse bu kaynaklar neler, söyledikleri neler?

Yeni Safak gibi iddiali bir gazetenin bir habere başlık atarken iyi hesap yapması ve bu tür gazetecilik detaylarına dikkat etmesi gerekir. Aksi halde yaptığınız haberin hiç bir ciddiyeti, saygınlığı ve inandırıcılığı olmaz.
Gazeteciler hem kendileri için hem başkaları için adalet isterler. Ancak gazeteciler başkalarından bunu isterken kendileri de başkalarına (kim olurlarsa olsunlar) karşı adil olmalıdır. Gazeteciliğin olmazsa olmaz kuralıdır bu; adil olmak…Umuyorum, Yeni Safak’da çalışan editor arkadaşlarım bu tür mesleki ilkeler konusunda daha hassas davranırlar. ÇAĞAN ÖZTÜRK

Amerikan medyası halkın nabzını tutamıyor

Gazeteciler, mesleklerini niye yaptıklarını açıklamaya çalıştıkları vakit, kendilerine ilişkin öyle inanılmaz bir tablo çizerler ki uhrevi bir gücün etkisiyle Allah katına çıkacaklarını dahi düşünebilirsiniz.

Bir de yukarıdan asağıya inenler vardır. Bunlar, dolaylı biçimde gazetecilerin rakibi olan sanatçı ve edebiyatçılardır (kısaca sadebiyatçı diyelim). Bu gruptakiler, insanoğlunun yüzyıllardır süregelen bütün asal sorunlarına, ucu ışık saçan parmaklarıyla dokunmak için yeryüzüne gönderilmiş gibidirler. Onlar sadece kendi zamanlarıyla değil, bütün zamanlarla hesaplaşırlar. Ölümsüzdürler. İste bu nedenle hep yukarıda bir yerdedirler. Aralarında, ayaklarını yere basanlar da azımsanmamalı.

Sadebiyatçılar ile gazetecilerin, toplum ve hayatla ilişkileri konusunda kendilerine biçilen misyonu ciddiye alırsak, şöyle absürd bir benzetme yapabiliriz: Sadebiyatçılar tam teçhizatlı bir hastane, gazeteciler ise sadece ilk yardım çantası…

Gazeteciler yaşadıkları zamanın ihtiyaçlarına cevap verirler. Tıpkı insanlar gibi ölümlüdürler. Daha çok üretir ve daha çok etkilerler. Çar çabuk iş görür ama çoğu zaman da hayat kurtarırlar. İçlerinden pek çoğu, bu işi, iş olsun diye değil, toplumu aydınlatmak, onların gözünü açmak için yaptığını iddia eder. İşlerinin ne kadar büyük fedakarlık gerektirdiğinden söz etmek için de hiç bir fırsatı kaçırmazlar. Gazetecilere bakarsanız, Onlar, toplumun gözü kulağı, hatta neredeyse damarında akan kanıdır.

Ancak gün geçmiyor ki yukarıda tarif edilen klasik gazetecilik mitinin inandırıcılığını zedeleyecek yeni bir iddia, yeni bir tartışma, yeni bir araştırma ortaya atılmasın.

Örneğin üç hafta önce burada, yani Amerika’da bir araştırma yapıldı. Pew Research Center’in bu araştırmasına göre, Amerikan halkının ilgisiyle medyanın ilgi nokraları arasında ciddi bir fark var. Bazı konular var ki basın tarafından çok işleniyor, ancak halk bu konulara hiç yüz vermiyor. Bazı konular var ki halk cok ilgileniyor ancak basının umurunda değil. Yani araştırma sonuçları gösteriyor ki gazeteciler toplumun damarında akan kan falan değil.

Şimdi diyeceksiniz ki “Halk dediğiniz nedir ki, Onlar zaten değersiz olguların çekim gücüne kendilerini teslim etmişler. Gazeteci dediğin ise halkın yüz vermediği ama aslında halk için önemli olan meseleleri dile getirmeli.”

Hayır efendim öyle de değil. Bakın, Amerika’da şu an için en önemli konu Irak savaşı. Çünkü halk çocuklarını kaybediyor. Halkın ödediği vergiler kendilerine hizmet olarak geri dönmüyor, savaşa harcanıyor. Ekonomi ikide bir havale geçiriyor. Yani Irak olayı hayatın her alanında toplumun karşısına ayrı bir sorun cisminde çıkıyor.

İşte bu nedenlerle halkın Irak konusuna ilgisi büyük. Örnegin radyo televizyon, kablolu televizyon, gazete ve dergi aracılığıyla haber takip eden halkın yüzde 25’i Irak’daki durumu takip ediyor. Oysa medyanın Irak’daki duruma ayırdığı yer sadece yüzde 3. Aynı zamanda Bush hükümetinin Irak politikasına halkın yüzde 8’i ilgi gösterirken, basında diğer haberlerle kıyaslandığında da bu konuya ayrılan yer sadece yüzde dört. Yani yarı yarıya bir fark var.

Aynı kurumun yaptığı bir başka araştırma ise yine halkın aslında hiç de küçümsenmemesi gerektiği, ve kalabalıkların pek cok konuda olan bitenin farkında olduğunu ortaya cıkarıyor. Medya temsilcileri, “halk magazin haberlerine bayılıyor, biz de ihtiyaca cevap veriyoruz” derken, tam tersine, halk, medyayı mazagin haberlerine fazla yer vermekle suçluyor.

Düzenli olarak haber takip edenlerin yüzde 87’si, medyayı, ünlülerin hayatlarıyla ilgili magazin haberlerine fazla yer vermekle itham ediyor.

Araştırmaya göre yine aynı kesim, medyada çok fazla magazin haberleri yer alması konusunda, hem medyayı hem de halkın kendisini suçluyor. Ancak medyayı suçlayanların oranı yüzde 54 iken, halkı bu magazin haberlerine cok ilgi göstermekle suçlayanların oranı yüzde 32.

Her iki araştırmanın sonuçlarından da anlaşılıyor ki medya aslında toplumun nabzını tutmakta pek başarı sağlayabilmiş değil. Hatta çok önemli konulara ilgisiz kaldığı için, toplumun gerisine bile düşüyor.

Bu araştırma verileri insana ister istemez şunu dedirttiriyor: “Toplumun aklı gidiyorsa bir sekilde yine geri geliyor. Ya medyanın aklı? “

Hıdır Geviş

12 Ağustos 2007 Pazar

IRKÇI HABER BAŞLIKLARI..........ÇAĞAN ÖZTÜRK YAZIYOR


"PEŞMERGE UÇAK ÜRETECEK"
HÜRRİYET-

Hürriyet gazetesinin 1. sayfasında, ciddi bir Kürt tepkiselliğ var. Kürtler, Kürt politikacıları ve Kuzey Irak Kürt yönetimiyle ilgili 1. sayfadaki bütün haber başlıklarında, ve haber spotlarında bu tepkisel yaklaşımı görmek mümkün. Ağustos 11 sayılı Hürriyet gazetesinin "Peşmerge Uçak üretiyor" başlıklı haberi buna bir örnek. Hiç itiraz etmesinler ama bu başlığın gölge anlamı "krolar uçak üretmeye soyundu" dur. Hürriyet'in, bugüne kadar taşıdığı bazı obsesive yönlerini biraz törpülemesi ve çağımızın gerçeklerine daha fazla ayak uydurmasında yarar var. Türkiye değişti, halk değişti ama Hürriyet, Kürt politikası konusunda hala değişmedi.

Etkin ve çok sevdiğim bir gazete olduğu için Hürriyet'i önemsiyorum. Bu nedenle söylüyorum: Hürriyet'in 1. sayfa editörleri Kürtlerle ilgili haberlere başlık atarken, ülkenin bu en büyük etnik grubunu karşılarına almamaya, onlara karşı incitici ya da küçültücü bir politika izlememeye gayret göstermelidir. Bu gayreti göstermedikleri taktirde yaptıklarının adı ırkçılık olacaktır ve ırkçılık da bir suçtur. Bilmiyorum Hurriyet yazı işleri çalışanları yaptıklarinin ne kadar farkındalar ama bugune kadar Kürtlere karşı ırkçı ve softa bir yayın politikası izlemişlerdir.

Hürriyet, her konuda olduğu gibi bu konuda da uluslararası meslek ilkelerine uygun davranmalı, bölücü ve kışkırtıcı değil, birleştirici ve uzlaştırıcı bir tutum izlemelidir. Ya da en özetinden şöyle diyelim: Haberi yazarken, kendilerini bir devlet görevlisi, bir yargıç, bir ordu yetkilisi yerine koyarak değil, gazeteci gibi yazmalıdırlar.

11 Ağustos 2007 Cumartesi

KÖŞE YAZARSIZ BİR GAZETEYE DOĞRU


Köşe yazarlarına değil muhabirlere yatırım yapın!. Çünkü köşe yazarları gereksiz ama muhabirler olmassa olmaz! İşte bu nedenle yayın yönetmenleri ve patronlara önerim, kriz anlarında muhabirleri ve editörleri değil, köşe yazarlarını işten atmaları...

Türkiye’de iyi niyetle yaklaşırsak bir köşe yazarı enflasyonu yaşandığını söyleyebiliriz. Eğer biraz daha gerçekçi ve katı olursak, bunun aslında bir köşe yazarı oligarşisi olduğunu bile iddia edebiliriz.

Türkiye’deki gazete hacminin önemli bir kısmını köşe yazarları oluşturuyor. Duruma bakılırsa, gazeteler, ne kadar iyi ve popüler köşe yazarı bulundururlarsa o kadar çok okunacaklarını ve rakiplerine karşı rekabet güçlerini o ölçüde artıracaklarını hesap ediyorlar.

Ancak, bu sadece bir inanış ya da varsayım mı yoksa ayağı yere basan ve ciddiye alınması gereken bir pazarlama stratejisi mi pek net değil. Bir strateji ise, sonuçları nasıl denenip görüldü? Gerçekten yeni bir köşe yazarı transfer ettiğinizde trajınız nasıl artıyor? Etmediğinizde bundan nasıl etkileniyorsunuz, bu etkiyi nasıl ölçüyorsunuz?

Bütün bu soruların yanıtları cevapsız. Basındaki yöneticiler bu konuda biraz hisleri, biraz da alışkanlıklarıyla hareket ediyor gibiler. Aksini düşünen varsa dinlemek ve ikna olmak isterim.

Köşe yazarlarının işlevi konusunda ise basın patronlarının büyük bir yanılgı içinde olduklarına inanıyorum. Bu yanılgı yayın yönemeni, köşe yazarları ve patron arasındaki tuhaf ve kırılması zor bir iletişim üçgeninden kaynaklanıyor. Köşe yazarları öyle bir inanç geliştirmişler ki herkes sanki onlar olmazsa gazete çökecekmiş gibi düşünüyor. Ben buna inanmıyorum, işte bu nedenle köşe yazarlarına harcanan paranın haber merkezine harcanmasının gazete satışlarını da fazla yükselteceğini düşünüyorum.

Gelin hep birlikte basit bir matematik hesap yapalım. Gazete de traj dışında ölçüm yapmak zor. Ama her gazetenin de bir internet sitesi var. Dolayısıyla bu internet siteleri üzerinden her türlü ölçümü yapmak gayet kolay. Elbette bir gazetenin internet sitesi okurlarıyla o gazetenin kağıt baskısını okuyan kitle arasında önemli bir fark var. Ancak yine de internet sitesi üzerinden yapılacak bir inceleme, bize onemli ipuçları verebilir. Rakkamlar ortada: İnternet sitesi olan bütün gazeteler, hangi köşe yazarının ne kadar okunduğunu, o köşeler üzerinde her okuyucunun ne kadar zaman harcadığını biliyor. Bunun yanı sıra sitedeki haberlerin kaç kişi tarafından okunduğunun da rakkamları var. Köşe yazıları köşe yazarlarına, haberler ise muhabir editor ve ajanslara ait. Bu rakkamlar bir araya getirilsin ve bir kıyaslama yapılsın. Hatta bırakın, okurlar, hangi yazının kaç kişi tarafından okunduğunu görsün. Örneğin . haber7.com’un yaptığı gibi her haberin ve her köşe yazısının altına, o yazının kaç kişi tarafından okunduğu açıkca belirtilsin. O zaman görecegiz kaç kişi haber okuyor, kaç kişi köşe okuyor. Sonra da oturur, köşecilerin ve habercilerin maliyeti arasında bir kıyaslama yaparız.

Bana kalsa, yani eğer Sayın Aydın Doğan, benden, sahip olduğu gazetelerden birini yönetmemi istese, ilk icraatım, bütün köşe yazarlarını kapının önüne koymak olurdu. Eğer bunu beceremezsem, birini kiralar ve başlarından aşağı kızgın Bizans yağı döktürürdüm. Sırf malulen emekliye ayrılabilsinler diye.

Bundan iki tür keyif alırdım. Birincisi, yoksul bir muhabir-editörken içimde birikmiş öcü onlardan nihayet almış olmanın verdiği rahatlama. İkincisi ise gazetemin üstünde ağır bir mali yük oluşturan köşe yazarlarını elimin tersiyle kaldırıp kapının önüne atmış olmanın verdiği muazzam bir finansal rahatlama ve başarı sevinci.

Şimdi 40’ıma varıyorum ama görüyorum ki basında bu konuda hala değişen bir şey yok. Halen muhabirler çok az maaşa talim ederken, üstelik sürekli işten atılma korkusu yaşarken, köşe yazarlarının keyfine diyecek yok. İtibar görüyorlar. Yıllardır köşelerindeler ve yıllardır o dolgun maaşları banka hesaplarına doldurmaktan telef oldular. Üç köşe yazarının toplam maaşıyla bütün muhabirlerin maaşlarının denk olduğu yayın organları var Türkiye’de.

Peki köşe yazarları gazeteden gidince onlardan kalan parayı ne yapacağım? Çok kolay: Hepsini haber merkezi için harcayacağım. İyi ve tecrübeli muhabirler transfer edeceğim. Zaten varolan ekibe hiç dokunmayacak ve onların da maaşına zam yapacağım. Muhabir ve editörler arasında hiç bir maaş farkı olmayacak.

Muhabirlerin hayatını sadece maddi anlamda değiştirmeyeceğim. Yetkileri de artacak. Örneğin gününe ve haberine göre yaptıkları her haberin yanı sıra bir de yorum yazmalarını isteyeceğim. Çünkü haber yazarken hiç bir muhabir o habere kendini gerçekten katamıyor. Haber ve kendi görüşleriyle arasında bir mesafe bırakıyor. Ama yorum sayesinde haberle ilgili olarak kendi düşüncelerini tümüyle dillendirebilecekler. Okurlar için muhabirlerin yorumlarını okumak, köşe yazarlarının yorumlarını okumaktan daha faydalı olacaktır. Çünkü bu yorumlar daha sahici olduğu gibi, birinci elden tanıklığa ve verilere dayandığı için daha değerli olacaktır.

İkincisi her muhabirden onların ilgi alanına göre belli konularda uzmanlaşmalarını isteyeceğim. Örneğin ordu ve ordudaki yolsuzluklar, bakanlıkllardaki yolsuzluklar, bankalardaki yolsuzluklar, MİT ve Polis, Aleviler, Avrupa, Amerika Ermeniler, Çeteler, İhaleler, Saglık sektörü, Sinema, Tiyatro, Edebiyat… vs. Bunların hepsi ayrı bir uzmanlık alanı olacak. Ancak bu alanlara giren hiç bir haber de sadece o uzman muhabirlerin tekelinde olmayacak. Örneüin edebiyat muhabiri bir bakanlıktaki yolsuzlukla ilgili haber yakaladığında , bu haber üzerinde rahatlıkla çalışabilecek ve yolsuzluk muhabirinden de danışmanlık hizmeti alacak.

Amerika da 2007 yılı içinde yapılan bir araştırma, benim yukarıda ileri sürdügüm tezleri destekler nitelikte. Yani, haber departmanına yatırım yapmanin finansal acıdan gazeteye getirdigi pozitif geri donüsüm... Bazi basin patronlari eski yeşilcam prodüktorleri gibi kazılanılan geliri oncelikli olarak başka sektorlere yatıriyor. Kalanı gazetenin teknik altyapısına, ardından bina ve mobilyaya, sonra koşe yazarlarına ve en son olarak haber merkezlerine harciyor. Iste bu mentalitenin, Missouri-Columbia üniversitesi profesörlerinin yaptığı bu araştırmanın sonuclarından ogrenecekleri cok sey var.

Bu araştırmacılar küçük ve orta büyüklükteki gazetelerin finansal verilerini incelediler ve şu konulara fokus oldular: Haber kalitesi, traj ve reklam.

Arastırmayı yürütenlerden Sam Watson İsletme Fakultesi profesorlerinden

Murali Mantrala, diyor ki Gazetelerin haber kalitelerine yatırım yapmalarının geri dönüşümü büyük. Bu yatırım doğrudan trajı artırıyor, trajın artması da haliyle reklam gelirlerini yukarı çekiyor.”

Bu araştırmanın detaylarını İngilizce okumak isterseniz, işte link. State of the News Media

Benim hayalim biraz geç gerçekleşir ancak Yayın yönetmenleri ve patronlara önerim kriz anlarında muhabirleri ve editörleri değil köşe yazarlarını işten atmaları. HIDIR GEVİŞ

10 Ağustos 2007 Cuma

Tarkan’ın aksanı var Michael Jackson’ın yok

Şimdi burada iki videoyu yanyana koyuyorum. Biri Tarkan’a ait, diğeri Michael Jackson’a... Şarkıcılardan birinin ana dili İngilizce diğerinin Türkçe. Her ikisi de İngilizce söylüyor. Ancak Michael Jackson’un Arapça kelimeleri teleffuz ederken aslına ne kadar yakın bir ses yakaladığına dikkat edin lütfen: Gırtlağını tıpkı ana dili Arapça olan biri gibi kullanıyor. Elbette bu Michael’ın yeteneğinden çok, başka bir noktayı gösteriyor. Belli ki uzun uzun oturmuş çalısmış ve aslına en uygun Arapca sesi çıkarmış. Tarkan ise çok ağır bir İngilizce aksana sahip. Normaldir. Ancak bir Amerikali ile oturup 24 saat calışsaydı, zannetmiyorum ki sonuç böyle olacaktı. İkincisi; Tarkan, İngilizce söylerken sesini iyi kullanamıyor. Bunu ortadan kaldırmak için de ayrıca çalısması gerekiyor.

Michael Jacson klibi için

(Give Thanks to Allah)


Tarkan için (Start the fire)

Sayın Özkök! Verilen söz ne zaman tutulacak?


Türkiye’de her şey birbirine karıştırılıyor. Elbise mağazası açınca uygun yeriniz var diye bir kenarda da hamburger satamazsınız.

Ancak Hürriyet, kendi internet sitesinde bir bakıma bunu yapıyor: www.hurriyet.com.tr’de bir yandan habercilik yapılırken, bir yandan da “okur” değil ama “bakar” tayfası için farklı bir hizmet veriliyor. Kendi isimlendirmeleriyle bu hizmetin adı: “Foto Galeriler”. Bu galerilerde yarı cıplak kadın resimleri yer alıyor.

İnternet data şirketi Alexa’nın verilerine göre Hürriyet’in internet sitesi ziyaretçilerinin yüzde 41’ i “Foto Galeri’ye, yüzde 10’u ise “Kelebek Galeri’ye gidiyor. Her iki galeride de yarı cıplak kadın resimleri var.

İki galerinin trafik toplamı yüzde 51 ediyor. Yani Hürriyet’in internet sitesi, ziyaretçi trafiğinin yarısından fazlasını çıplak kadın resimleri sayesinde yapıyor.

Sayın Ertuğrul Özkök’in genel yayın yönetmeni olduğu Hürriyet, bir söz vermişti: Peki verilen söz neydi:

Haziran ayının sonuna doğru Medyatava.com’da yayınlanan habere göre, “Gazetenin internet sitesi çıplak kadın galerilerini yayınlamaya devam ederse, özellikle çocukların bilgisayarlarını koruyan filtreleme programları, koruma kalkanı içine Hürriyet.com.tr'yi de alacaktı” deniyordu.

İşte bu nedenle Hürriyet takdir edilecek bir karar almiş ve bu galerilerin kaldırılacağını ilan etmişti. Sayın Fatih Çekirge imzasıyla gazetede çıkan duyuruda çok güzel şeyler söylenmiş, “ Kadın teşhirinin rekabetini reddediyoruz “ denmişti.

Ancak galeriler hala orada duruyor. Yani kadınlar hala teşhirde…

Acaba Hürriyet yöneticileri yüzde 51’lik bir trafik kazandıran bu galerileri elden cıkarmayı göze alamıyor mu?.. Bir anda “en popular siteler” listesinde gerilere düşmekten mi endişe ediyorlar.

Ancak bedeli ne olursa olsun, bu galerilerin kaldırılması gerekiyor. İki nedenle: Birincisi, dünyada hiş bir major gazete bunu yapmıyor, yani cinselliği bu ölçüde ve bu biçimde kullanmıyor. Bunun anlamı şu: Meslek ilkeleri ve saygınlık gereği, hiç bir gazette bu tür bir satış stratejisine tenezzül etmiyor. İkincisi ise, Doğan grubunun amiral gemisi olan bir gazetenin bu tür yontemlere baş vurması pek yakışık almıyor. Kaldi ki bu yöntemler dışinda, gerçek okuru siteye cekecek pek cok taktik var. Nitekim Fatih Çekirge sitede yaptığı pek cok olumlu yenilikle bunu ıspatladı. Eminim kendisinin daha da yapacakları olmalı…

Hürriyet yayın yönetmeni Sayın Ertuğrul Özkök’ü, verilen sözü tutmaya ve bu galerileri “delete” etmeye çagırıyorum. Hangi tezgahta ne bulundurduğumuzu iyi ayırt etmeliyiz. Bu yazınin da sırf Hürriyet’i eleştirmek için yazılmış bir yazı değil, bir dost hatırlatması olarak algılanmasını ümit ediyorum. Hıdır Geviş

#navbar-iframe { height: 0px; }