30 Ocak 2013 Çarşamba

Haftanın Yurttaş Gazetecileri

Türkiye müzik piyasasına yön veren önemli bir isim olan Doğan Müzik Genel Müdürü Samsun Demir-Fransa'nın Cannes kentinde katıldığı fuarla ilgili gözlemlerini ve meslek grupları adına yaptığı görüşmeleri Taraf'daki POP-UP köşesi için yazdı


İnternet yatırımcısı Barış Şarer jamaika'ya yaptığı seyaha sırasındaki gözlemlerini POP-UP köşesinde paylaştı

Los Angeles'da yaşayan grafik sanatçısı Aram Bogosyan kentte en çok konuşulan meselelerden birini POP-UP'da paylaştı.
Avustralya'nın Sidney kentinde yaşayan grafik tasarım öğrencisi Yasemin Atasever, kentte düzenlenen Avustralya Günü'nü POP-Up köşesi okurlarıyla paylaştı.




29 Ocak 2013 Salı

2011 yılında yapılmış bir röportaj: Dünya medyasındaki 'yurttaş gazeteciliği', Türk medyasına henüz taşınamadı

Aşağıdaki röportaj 7 Nisan 2011'de Zaman gazetesinde yayımlandı...

Taraf gazetesine ABD'de yazdığı yazılarla katkıda bulunan Hıdır Geviş, Türkiye'ye döndükten sonra, twitter'da 'butik gazetecilik' kavramını hayata geçiren isim oldu. 'Hıdır Geviş'le 20 Dakika' isimli programla, siyaset, medya ve sanat dünyasının isimleriyle haftanın üç günü Twitter'da halka açık röportajlar yaparken; "Hıdır Geviş'le Özel" programıyla da 'sıcak habercilik' yapıyor. 

Geviş, yaptığı işi 'butik gazetecilik' diye tanımlıyor. Bu kavramanı temeli ise 'yurttaş gazeteciliği'ne dayananıyor. Zira Geviş'in yaşanan sıcak olaylara ilişkin görüştüğü tanıklar, haberin kanyağı durumunda. Bu da, olayın tanığına bir çeşit 'muhabir' sıfatı yüklüyor. Bir gazetecinin dünyanın her yerine gitmesinin mümkün olamayacağını, aynı koşulların kurumlar için de geçerli olduğunu söyleyen Geviş, bugüne kadar Mısır ve Libya'da yaşanan isyanları; Japonya'da yaşanan deprem ve tsunami felaketiyle, nükleer sızıntıyı; Balyoz davası duruşmalarını birinci ağızlardan an be an vermeyi başardı.

Büyük ilgi gören röportajların ilk ayağını Mısır olaylarında gerçekleştiren Hıdır Geviş, yaptıklarını şöyle anlatıyor: "Mısır'daki isyanın başlamasında Twitter önemli bir etkiye sahipti. Ben de o etkiyi kendi takipçilerime yansıtabilirdim. Mısır'a giden gazeteci arkadaşım Akın Emre'yle iletişim kurarak, bir röportaj gerçekleştirdim. Orada yaşananları sıcağı sıcağına öğrendik. Büyük de ilgi gördü. Libya isyanında, bir çölün ortasında, bir petrol istasyonunda mahsur kalan genç bir mühendisle röportaj yaptım. Japonya'daki deprem ve nükleer sızıntıyla ilgili, görüştüğümüz bir Türk'ten çok önemli bilgiler elde ettik. Bu arkadaşımız, daha sonra televizyon kanallarına da konuk oldu. Zaman muhabiri Büşra Erdal'la, Balyoz davasını izlerken yaptığımız canlı röportajda çok enteresan bilgiler ortaya çıktı. Özellikle internet medyası bu bilgileri geniş biçimde kullandı."

Türkiye'deki medyanın 'yurttaş gazeteciliği'ni kullanmada çok yetersiz kaldığını belirten genç gazeteci, dünyadaki haber ajanslarının bu konuda büyük yol aldığını şöyle anlatıyor: "CNN'nin sadece bunun için 'iReports' diye bir birimi var. Burada insanlar videoları, bilgileri paylaşabiliyor. CNN bu sistemi kurduktan sonra, sıcak haberleri hep bu sistemi kullanarak yaptı. Bu sistemdeki videoları, fotoğrafları, bilgileri kullandı. Associated Press (AP) de 'www.demotix.com' adlı bir site kurdu. Bu sitede de, dünyanın her yer yerinden akan fotoğraflar, videolar paylaşılıyor. AP, buradan yararlanıyor. Yahoo da benzeri bir şekilde 'Contributor Network' isimli bir sistem kurdu. Üstelik yapılan haberlerin tıklanma sayısına göre insanlara para da veriyor. Rusya haber ajansı 'Ria Novosti' de aynı sistemle, yurttaş gazeteciliğini kullanıyor. Habercilik anlamında rakiplerinizin önüne geçmek istiyorsanız, artık yurttaş gazeteciliğini kullanmak zorundasınız. Ancak Türk medyasında buna yönelik atılan adımlar oldukça yetersiz!"

Hıdır Geviş; sosyal ağları, özelinde ise Twitter'ı Türkiye'deki reklamcıların da keşfetme zamanının geldiği kanısında. Ona göre, firmalar artık "Klasik bakış açılarını bir kenara bırakıp, sosyal medyada bir ürünü nasıl tanıtabiliriz diye düşünmeli." Geviş, 'yurttaş gazeteciliği'nin Türkiye'deki sosyal ağlarda ilk temsilcisi olmakla kalmayıp, 'Bali Müzayede' isimli şirketi sponsoru yapmayı da başardı. Geviş, teklifin bizzat firma tarafından yapıldığını söylüyor. Firmanın, takipçi sayısı 10 binin üzerinde olan Geviş'in yaptığı röportaj ve haberlerin etkisinin 'retweet' yani paylaşımlarla yüz binlere ulaştığını fark etmesi zor olmamış. Hıdır Geviş, öncülüğünü yaptığı, 'sosyal ağda yurttaş gazeteciliği'ni Mayıs ayında, Medya Derneği aracılığıyla, meslektaşlarıyla da paylaşacak.

27 Ocak 2013 Pazar

Haftanın Yurttaş gazetecileri

Bu hafta, Taraf gazetesindeki Pop-Up adlı köşeye, 3 isim katkıda bulundu. Moda tasarımcısı Niyazi Erdoğan, Who’s Next için Paris'deydi, yeni döndü... Kendisi Paris Erkek Moda Haftası ile ilgili bir değerlendirme yaptı. İkinci isim sanatçı Ümit Ilgın Yiğit ... O da Dubrovnik'de çektiği bir fotoğraf çalışmasını ilk defa Pop-up köşesinde paylaştı. Diğer isim ise eğitmen Funda Caro. Kahire'de yaşayan Caro, şehrin politik gündemini ve sosyal hayatıyla ilgili pek bilmediğimiz unsurları bizlerle paylaştı. Mütevazı tavırları,  yurttaş gazetecilik projesine gösterdikleri ciddi ilgi, harcadıkları zaman ve emekleri nedeniyle üç isme de teşekkürler...

Niyazi Erdoğan-Moda Tasarımcısı



 





















Ümit Ilgın Yiğit-Sanatçı
 


















Funda Caro-Eğitmen

Bu köşeyi halka açtım, artık sizindir



Hıdır GEVİŞ/Taraf GAZETESİ
- 27.01.2013
Geçenlerde radyocu arkadaşımEsin Anvari ile konuşuyorduk, çeviri haberlerin ne kadar itici olduğuna dair... İtici, çünkü kullanılan dil çok soğuk bir... İkincisi Batılıların bakış açısıyla yazılmış haberler... Bu da hiç hoş değil, biz neden dış dünyayı başkalarının bakış açısıyla tanımaya çalışalım ki... E peki başka toplumları kendi bakış açımızla tanımanın bir yolu yok mu... Var ama bu iş için medya patronlarının ciddi yatırımlar yapması gerekiyor. Bu da zor, Türkiye medyası da dış haberciliğe pek önem vermiyor.
Peki, ne olacak şimdi, oturup saçımızı başımızı mı yolacağız, ben yolmam, her teli çok kıymetli. Bu nedenle konuya ilişkin bir çıkış yolu buldum... Öyle bir çıkış yolu ki geleceğin gazeteciliği bunun üzerine temellenecek.
Her şeyi başından anlatayım. Dünyanın 200 farklı kentinde yaşayan Türkiyelilerden oluşan bir ilişki ağım var. Bu ağı giderek geliştiriyorum. Twitter’da gazeteciler kendi aralarında diyaloglaşıp şöhretlerini cilalarken, ben hiç tanımadığım ama gözüme kestirdiğim ilginç insanları takip edip, onlarla iletişim kuruyorum... Böyle böyle ciddi miktarda bir ilişki bankası oluşturdum. Bu bankayı a haber kanalındaki “Benim Adım Hıdır” adlı programımda değerlendirmeye çalıştım. Beni aşan nedenlerden ötürü çok da istediğim gibi olmadı, ancak çok yenilikçi- devrimci bir yayıncılık akımı başlattık orada. Farklı dünya kentlerine bağlanıp o kentlerin gündemini bizzat orada yaşayan Türkiyelilerden alıyordum. Bir programda altı dünya kentiyle görüntülü- canlı bağlantılar kurabiliyor ve özgün içerik üretebiliyorduk. Habire bildik kellerin ekranla çıkıp vıdı vıdı konuştuğu bir dönemde, biz farklı yüzleri farklı bakış açılarını ekrana taşıyarak Yurttaş Gazeteciliği’ni hayata geçirdik.
Şimdi benzer şeyi bu köşede de yapacağım. Yani burada her zaman her konuda yüksek görüşlerini beyan eden Sayın Hıdır Geviş vıdı vıdı bişiyler yazmayacak. Sizler dünyanın farklı kentlerinden grafiklerinizle, karikatürlerinizle, fotoğraflarınızla, haberlerinizle ve aklınıza başka ne geliyorsa onunla buraya konuk olabilirsiniz. Tanımadığım okurlarla skype üzerinden bir ön görüşme yaptıktan sonra ürününü kullanacağım, güvenilirlik açısından...
İyi ediyorum değil mi... Mezara mı götürücem bu koca köşeyi, siz de yazın ben de yazayım

Kahireli kadınların şoförlüğü...



Funda Caro (Kahire)-

Kahire’ye geldiğinizde ilk gözlemleyeceğiniz farklılıklardan biri, trafikte araç kullanan kadınların İstanbul’dakinden daha fazla olması. Bu duruma nasıl bir açıklama lazım bilemiyorum: Türkiye’den yaklaşık yedi kat daha ucuz olan benzin fiyatlarıyla mı... Mısırlı kadınların daha iktidar sahibi olduklarıyla mı... Yoksa erkeklerin toleranslı oluşlarıyla mı... En nihayetinde kadınların da etkisiyle trafikte şiddet eğilimi bizden çok daha az. Bu iyi işte. Kaza bile olsa, “haydi yola devam, canımız sağ olsun” eğilimi hayli yaygın.

Akşam yemeği gece 23:00’te yeniyor


Mısır’da, bizdeki gibi bir kahvaltı alışkanlığı yok... Sabah saat 10:00 gibi sandviç yenir. Fool (dürüm arası bakla) ve felafeliyi (bakla köftesi) günün her saati tüketiyorlar... İşyerlerinde öğle arası kavramı yoktur. Saat 12:30’da ya da 13:00’te bir randevunuz olabilir. Genelde mesainin 09:00-16:00 arasında olduğu ülkede öğle yemeğini saat 17-18:00 civarında yerler. Eve dönüş saatine göre akşam ya da gece yemeği saatini siz belirleyin. 23:00 iyi mi? Yok eğer Ramazan ayındaysanız saat 02:00’de, sahurda da buluşulabilir. Nasıl olsa ertesi gün mesai sadece 10:00-13:00 arasında, sorun yok!

Liberaller sokakta, İslami kesim evde



Geçen yıl 25 ocakta, hep birlikte devrimin birinci yılını kutlayan Mısır halkı, bu yıl bölünmüş durumda. Tahrir Meydanı ile son dönem gösterilerinin merkezi olan İttihadiye’de (Başkanlık Sarayı civarı) genelde liberaller, solcular ve Hıristiyanlar gösteriler yaparken, İslami kesim bu yıl sokakları televizyondan izlemekle meşgul... Al Ahly isimli ülkenin en büyük futbol takımının taraftarları önceki gün metroyu durdurdular... Göstericiler, devrimin vaat ettiği adalet, özgürlük, demokrasi gibi kavramların içinin boşaldığını düşünüyorlar... Ancak eğrisiyle doğrusuyla, en azından kendilerini daha rahat ifade edebilme özgürlüğüne sahip olduklarının da farkındalar... Tabii kolay değil, yetmiş yıllık tek renk elbiseyi değiştirip renkli demokrasi elbisesini dikmeye, giymeye çalışmak...

Gattaca filminden ilham alan Dior

Niyazi Erdoğan (Paris)-
Who’s Next Paris fuarı katılımı sırasında, Paris Erkek Moda Haftasını inceleyen Moda Tasarımcısı Niyazi Erdoğan, koleksiyonları bizim için değerlendirdi.
Paris erkek moda haftasının en beğendiğim beş tasarımcısı söyle sıralayabilirim: 3.1 Philip Lim, Ami, Dior Homme, Dries Van Noten, Givenchy.
3.1 Phillip Lim’in koleksiyonu Harley-Davidson’uyla seyahate çıkan bir erkeğin serüveninden esinlenmiş.
• Ami’nin koleksiyonu ise tam bir Parizyen erkeği anlatıyor. Şehir ve ışık ana teması ve Paris sokaklarında genç, modern bir işadamı görüntüsü hâkim.

Dior Homme’un koleksiyonu ise Gattaca (1977) filminden ilham alıyor. Fütüristik detay ve malzeme kullanımı ön planda. Filmi izlemediyseniz mutlaka izleyin.
Driez van Noten dünya gezgini bir bohemi anlatıyor koleksiyonunda. Siluetler bir sabah kalkmış ve üzerine ne varsa giymiş kadar rahat.
Givenchy ise modern şehirli tavrından hiç taviz vermemiş. Deri detaylar ve dijital baskılar dikkat çekiyor. Baskıların içerikleri ise din ve Robert Mapplethorpe.
Ümit Ilgın Yiğit- İstanbul

Performans ve resimleri ile tanınan sanatçı aktivist sanatçı Ümit Ilgın’ın Dubrovnik adlı fotoğraf çalışması. Ilgın, son dönemde fotoğraflarıyla gençlerin ilgisini çekiyor. Dünya sanat ortamındaguarillartist mahlas ismiyle tanınıyor.
hidirgevis@yahoo.com twitter.com/hidirgevis

24 Ocak 2013 Perşembe

Yurttaş gazeteci


TARAF-POP-UP 25.01.2013
Eski solun fırınında pişirilmiş “aydın misyonu” diye bir kavramı vardı. Bu kavram, çok çabuk yaygınlık kazanmış, kitleselleşmişti. Misyonun yükü ağırdı, eli kalem tutup bir şeyler yazan herkes, ülkenin bütün derdini yükünü çekmekle görevli bir sünger gibi algılanıyordu. Entelektüel üretimde bulunanlar, sanki her olaya tavır koymakla görevli bir insan hakları bekçisi, bir çeşit aktivist olmalıymış gibi... Toplumun, aydınlardan böyle bir misyon beklentisi var ama, ülke de öyle bir ülke ki kardeşim, hangi birini, neyin hakkını savunacaksın: 80’leri düşünün, insan hakları ihlalleri dizkapağını geçmiş...

90’lara gelindiğinde, bazı aydınlar, usul usul, ay bu misyondan fenalık geldi demeye başladılar. Ne yapsınlar, kolay değil, misyonu yerine getireyim derken, hapse girdiler, çıktılar, o kayıp yıllarda işlerini düzenlerini kaybettiler, çoluk çocuklarıyla, ana babalarıyla araları bozuldu, belli bir yaştan sonra kendilerini toparlamaları, geçinmeleri, geçinecek yeni bir meslek edinmeleri kolay olmadı... Oysa bir baktılar ki onlar dışında herkesin hayatı, iyi kötü rayına oturmuş, gidiyor. Yani öyle veya böyle herkesin keyfi gıcır ve olan aydınlara, siyaset yapan öğrencilere olmuş. Bu durumda o aydınların düştüğü psikolojiyi bir tahmin etmeye çalışın bakalım. Son seferini yapan, kaçırılmış bir hayat treninin ardında kalan yolcular gibiydiler... O nedenle 90 sonrası aydınlar, artık misyon kavramını omuzlarına yükleyerek, peşin peşin kendilerini görevlendirmek, halk muhafızlığını üstlenmek, halkla görünmez bir sözleşme yapmak istemiyorlardı: Bu nedenle kitlelere dönüp, ne istersem onu yaparım, ister kabul et ister etme, tutumuna girdiler.
Şimdi de gazetecilere böyle bir misyon biçiliyor. Halk siyasetçilerden değil, gazetecilerden Türkiye’yi kurtarmasını, düzeltmesini, bütün karanlıkları aydınlığa çıkarmalarını bekliyor... Gazeteciler cesur ve fedakâr olsun, kendilerini ateşe atsın yani adeta bir aktivist gibi, bir siyasetçi gibi davransınlar isteniyor. Tamam, gazetecilik mesleğinin özünde bu nüanslar var ama bu kadar da olmamalı. Burası rayına oturmamış bir ülke ve her şey fena hâlde riskli. Sonuçta gazetecilik de bir meslek ve insanlar buradan kazandıklarıyla kira ödeyecekler, çocuklarının cebine harçlık koyacaklar, vesaire vesaire...
Şimdiiiii... Gazetecilerden kahramanlık yapmalarını bekleyenlere sesleniyorum... Yok öyle yağma... Siz kenarda durun, gazeteciye de intihar bombacısı rolünü verin... Buyurun, siz de elinizi taşın altına koyun... Evet, yapabilirsiniz çünkü yeni bir çağdayız ve bu çağ, hangi meslek dalında olursanız olun, siz vatandaşlara da gazeteci olma fırsatı veriyor.
Bu çağ dediğim şu: Günümüzde çoğu insanın telefonunda internet erişimi var. Sokakta, etrafta, işyerinde rastladığınız ilginç gelişmelerin fotoğrafını, videosunu çekip, iki satır bilgisini de ekler, kendi blogunuzda, o yoksa Twitter veya Facebook’ta, olmadı YouTube’da , daha da olmadı e-mail listenizdeki arkadaşlarınıza yollarsınız. Değerli ve ilginç bir bilgiyse, domino etkisiyle, dalga dalga yayılır ve milyonlarca insana ulaşır. Bu bilgiyi paylaşarak farkındalık yaratır ve böylece topluma sosyal bir fayda sağlamış olursunuz. Demokrasi denen şey, bireylerin bu şekilde etkinlik ve gücünü arttırmasıyla kalkınır.
Hem sabah akşam, büyük medya şirketlerinden, sansürden, otosansürden şikâyet etmiyor musunuz. Alın size fırsat. Bugün internet üzerinden beş kuruş harcamadan, varolan sistemlerle, kendi bireysel radyonuzu, televizyonunuzu kurabilir, kendi alternatif medyanızı yaratabilirsiniz. Sizin gibilerle ortaklık kurup kooperatif bir medya şirketi bile kurabilirsiniz.
Bu konuda benim içim rahat olduğu için size de rahat rahat saydırıyorum... İki sene boyunca, sosyal medya üzerinde yurttaş gazeteciliği yaptım. Beş kuruş kazanmadan, sadece alternatif yollardan habercilik yapmanın mümkün olduğunu, kendime ve başkalarına gösterebilmek için... Şimdi ise Bahçeşehir Üniversitesi bir yurttaş gazeteciliği programı açtı. 23 şubatta eğitim başlıyor. Oraya gelirseniz, yurttaş gazeteciliğinin detayları, yeni medyayı kullanma yöntemleri ve sosyal medya konusunda farklı bir dünyaya kapı aralarsınız.
hidirgevis@yahoo.com twitter.com/hidirgevis

22 Ocak 2013 Salı

Evinize dekorasyon önerisi




Sanat eserleri insan hayatına gerçekten yeni boyutlar katıyor. OK anladık... Resim sanatını alıp evimizin duvarına asarak bu boyutu evimize taşıyabiliyoruz değil mi... Heykelleri de öyle... Peki o bienallerde rastladığımız enstalasyon çalışmalarını ve Daniel Arsham’ın şu resimde gördüğünüz türde çalışmasını evimize nasıl taşıyacağız? Cevabı veremiycem... Çok yorgunum.

Medyanın Beatles’ı




Türkiye’de 1990’dan 2000’e uzanan siyaset koridoru adeta lunaparktaki korku tüneli gibiydi, o döneme ilişkin hatırladığım pek çok şey hâlâ midemi kaldırır. Ancak bu 10 yıllık aralık, benim gibi 68 doğumlular için önemli bir dönüşüm süreciydi. Kemalizm, sosyalizm, sosyal demokrasi ve yeşil hareket kavramlarının kafamda dans ettiği, birbirinin yerine geçtiği bir dönemdi. İşte bu dönemde ürettikleriyle beni etkileyen, geçmişten getirdiğim pek çok inanç şablonunu yıkmama yardımcı olan, farklı düşünmemi sağlayan isimler vardı. Bunlar daha çok gazetecilik akademi ve edebiyat kökenli yazarlardı: Mehmet Ali Birand, Murat Belge, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Ali Bayramoğlu, Enis Batur, İskender Savaşır, Ahmet Oktay. Yazılarıyla değilse de yayın yönetmenliği yaptığı yayınlarla Tuğrul Eryılmaz. Hatta Abdurrahman Dilipak bile. Dindar cenahtan Nehir Yayınları’nın kitapları, Dergâh Dergisi yazarları... Bu nedenle bu isimler biraz benim yetişme dönemimin dört üyeli değil ama çok üyeli Beatles’ıydı, isterseniz siz aralarından dört isim seçip kendi Beatles’ınızı çıkarabilirsiniz...
Beatles manyaklığı, 1963-66 arası baskınlaşmıştı. Sonra John Lennon’un tek başına yaptığı “barışa bir şans ver” gibi şarkılarla daha ileriye gitti... Dipten gelen yeni bir kültürel ve politik dalganın kitleselleştiği yıllardı. Farkındalık duygusunun güçlendiği, giyimden saç tıraşına kadar her türlü kişisel hak ve özgürlüklerin talep edildiği bir dönem... Savaş karşıtlığı, pasifizm, ekolojik sorunlar, gay hakları gibi kavramlarla bu dönemde tanıştı Batı dünyası. Popüler değerlerin sorgulanmaya başladığı bütün bu sürece önderlik eden sembollerden biriydi dört Livepoollu gençten oluşan Beatles müzik grubu.
Aralarında Birand’ın da yer aldığı yukarıda saydığım isimler ise 90’lı yıllarda Türkiye’yi yepyeni kavramlarla tanıştırmışlardı. Yerleşik siyasi değerlerin sorgulanmasını ve böylece Türkiye’nin nefes yollarının açılmasını sağladılar. Mayınlı tarlaya ilk onlar girdiler, yaralandılar... Ama sağolsunlar, gerçekten sağolsunlar...

Araştırmacı gazetecilik nasıl oldu da öldü



Paris suikastı ile ilgili bilgiler Fransa’dan akmaya devam ediyor... Sorumlular, failler, yakalananlar... Detayları benden iyi takip ediyorsunuzdur, tekrara düşmeyeyim... Benim rahatsızlığım bu bilgilerin hepsinin kafada yeni soru işaretleri doğuruyor olması... Bilgiler resmî kaynaklardan aktığı için güvenilirliği ister istemez kuşku uyandırıyor... Ya bu bilgiler gerçeğin üzerini örtmek ve kurmaca bir gerçek yaratmak içinse... Öyle ya, derinlerde neler oluyor bilmiyoruz ve biliyoruz ki bütün siyasi cinayetler resmî kurumların içindeki karanlık tünellerden geçiyor.
Bir vatandaş olarak kuşkularımızın üzerine gidecek, bizi aydınlatacak, rahatlatacak, puzzle’daki kayıp parçaları bulacak, bulanık parçaları netleştirecek, olaylar ve kişiler arasında ikna edici bir ilişki haritası çıkaracak bir müessese var aslında. O müessese araştırmacı gazetecilik. Ancak araştırmacı gazetecilik kaldı mı ki... Galiba kalmadı... Türkiye’yi yakından ilgilendiren böyle bir olayda, sadece bu olayı araştırmak ve haber yapmakla görevlendirilmiş muhabirler kaç tane? Ama haber televizyonlarının isimlerini sayın desem, say say bitiremezsiniz değil mi...
Araştırmacı gazetecilik dünyada ölüyor bizde ise öldü galiba... Suriye’deki iç savaşın en yoğun döneminde ve durum Türkiye ile bu kadar ilişkilendirilmişken, kimse oraya bir muhabir göndermedi. Ne zamanki Twitter’da kendisiyle yaptığım röportajda Amberin Zaman, “Neden ben dâhil, Suriye’deki iç savaşı izleyen bir gazeteci yok” diye sordu ve bu söz, sosyal medyada yayıldı, medyada da hemen bir hareketlenme oldu... Suriye’ye muhabirler gönderildi. Ama gidenler de sanki kafalarındaki sabit fikrin sağlamasını yapmaya gitmiş gibiydiler. Oraya giden gazeteciler farklı düşünerek geri dönmedi, çünkü farklı kesimlerle görüşmediler, bir tarafın verdiği enformasyonla donanıp geri döndüler.
Dünyada da bu konuda durum çok vahim. Amerikan CNN kanalı araştırmacı gazetecilik departmanını feshetti. Nedeni basit, çok masraflı olması. E nasıl olsa internet üzerinden bedava olan Skype’la sağa sola görüntülü bağlantı yapabiliyorsunuz diye. İyi de Skype bağlantısının yeri ayrı, araştırmacı muhabirin yeri ayrı... Neyse... CNN’deki departmanın önemli muhabirlerinden biri Kaj Larsen’di, işinden oldu. Güney Amerika’da uyuşturucu tacirlerinin açtığı tünellerden geçip sağ çıkmıştı... Mogadişu cehennemine girmiş ilk Batılı gazeteciydi. Kaj şimdi ne yapıyor biliyor musunuz? HBO kanalındaki “The Newsroom” adlı dizide danışmanlık yapıyor. Gerçek hayatta araştırmacı gazetecilik yapamıyor ama dizide araştırmacı gazetecilikle ilgili haber konularını belirliyor. Daha neler görücez Allah’ım, sen büyüksün...

20 Ocak 2013 Pazar

Siz ayrıcalıklılar, Birand’la aramıza girmeseniz...



Taraf gazetesindeki POP-UP başlıklı köşemde 20.01.2013 tarihinde yayımlanan yazı

Manhattan’da dapdaracık bir stüdyoda oturan arkadaşım Edward’ın, geniş bir arka bahçesi vardı. Orada verdiği partilerden biriydi. Su gibi içilen şarapların etkisiyle ruhlar grileşti. Aaa... bi baktım herkes 11 Eylül anılarını anlatmaya başlamış. Konuşulanlar içindeki şu veri ilginçti: New Yorklular İkiz Kuleler’e yapılan saldırının ardından, ketumluklarını bir kenara bırakmış, birbirlerine karşı daha sıcak, samimi, yardımsever ve merhametli davranmaya başlamışlar; sanki aynı evde oturan bir ailenin fertleri gibi... Aa dedim, İstanbul depreminin ardından da aynı şey oldu. Aa dediler; bir süre sonra, New Yorklular eski NewYokluluğuna geri döndüler. Aa dedim; İstanbullular da öyle.


Böyle işte, herkesin hayatını etkileyecek ortak tehditler, toplumun birbiriyle daha fazla kenetlenmesini sağlar. Aralarında soğuk bir Berlin Duvarı gibi uzanan egolarından, komplekslerinden, kaprislerinden ve güvensizliklerinden eser kalmaz. Ta ki o tehdidin etkisi geçene ya da unutulana kadar. Sonra herkes yine eski hâline döner. Bu psikoloji geniş kalabalıklar tarafından benimsenmiş, ikonlaşmış insanların ölümü sonrasında da yaşanır. Gidenin geride bıraktığı ruh, insanları biraraya getirir, ketumluklarını bir süreliğine üzerlerinden atarlar. Nitekim Mehmet Ali Birand’ın ölümünden sonra da öyle oldu. O birbiriyle didişmek, birbirine bağırmak, alay etmek, birbirine geçirmek, birbirinde kusur aramak ve o kusurları kullanarak karşı tarafı incitmek için 10 takla atabilecek gazeteciler, bir anda biraraya gelip, gidenle ilgili ciğer paralayan laflar ettiler. Herkes normale döndü çünkü. Negatif hırslarının tekeri altında ezdikleri insaniyetleri canlandı. Şimdi Birand’ı keşfediyorlar; muhabirmiş, iyi insanmış yardımsevermiş, insanların önünü açmış, adam yetiştirmiş, hepsi doğru ama...


Keşke yaşarken de bu iyi özelliklerini Birand’ın yüzüne vurabilseydiniz. O’nun için ne hoş olurdu, kendisine biraz mutluluk vermiş olurdunuz. Ama gazetecilik sadece kötülüğün yüze vurulması olarak algılandığı için, övgüde cimri (övgü derken samimi ve gerekçesi sağlam övgü), sövgüde ise cömert bir meslek grubuyuz biz. Övmekten neden bu kadar korkulur bilmiyorum, küçülürüz, karşı taraf yüzümüzü kara çıkarır diye mi... Hâlbuki çıkarsın yani ne olacak... Ama olmuyor, bizim gazetecilerin 140 karakterlik tweetleri bile o kadar kıymetli ki... Sanki her biri NASDAQ’da işlem görüyor mübarek. Tweetlerinin içinde bir başkasının ismini, reklamını yapmayayım diye geçirmekten imtina edecek kadar övgü ve destek cimrisiler...


Cemil Barlas hoş bir tweet yazmıştı: “Birisi öldüğünde rekabet bittiği için sevgi çıkıyor.. Keşke yaşarken kıymet billinse...” Aynen de öyle.

Son sözüm, Birand’ı kişisel olarak tanıyan siz ayrıcalıklı gazetecilere! Ölümünün hemen ardından televizyonlara çıkıp derin acılarınızı toplumla paylaşmak, anılarınızı tek tek anlatmak zorunda mısınız. Biraz geri çekilemez ve üzüntünüzün şiddeti dağıldıktan sonra ortaya çıkamaz mıydınız. Hem böylece, biz onu gerçekten seven okur ve izleyicileri, Birand’ın hâlâ ısısını koruyan ruhuyla başbaşa kalmış oluruz.


Nazlı Ilıcak’a açık mektup


Gazetecilerin tuhaf gelenekleri çok. Bunlardan biri de tepelerini attıran siyasetçiye oturup mektup döşenmek. Okur aradan çekilip bir kenara fırlatılıyor ve doğrudan sevgiliye yazar gibi o siyasetçiye yazılıyor mektup. Bunun adı da açık mektup oluyor. Hep özenmişimdir. İzninizle bu köşedeki hakkımı tepe tepe kullanmak ve bir açık mektup da ben yazmak istiyorum. Allah’ım, bana bu günleri de gösterdin ya, çok mutluyum. Bu arada sizi aradan çekip bir kenara fırlatırken, umarım bir yeriniz incinmez.


Açık mektubumu gazeteci bir meslektaşıma yazmak istiyorum. Fikirsel olarak yüzde şu kadar uyuştuğumuz yüzde bu kadar uyuşmadığımız için değil, sözkonusu gazetecinin kendi özgün ruhu nedeniyle...


Kendisi bir kadın olarak, erkek köşe yazarları arasında dimdik var olabilmiş... İdeolojik kalıplara bağımlılığını en aza indirdiği için de özgürce fikir yürütebiliyor... Tartışma kabiliyetiyle, en güçlü rakibini dahi kolaylıkla sırtüstü yere serebilir... Hem zeki, hem birikimli, hem başarılı, hem ünlü, hem zengin ve hem de kadın olduğu için kaderi biraz Yoko Ono’ya benziyor; erkekler onu pek sevmiyor, biraz yalnız... Kendine özen gösteriyor, estetikten yardım almakta hiçbir sakınca görmüyor, ilerleyen yaşına rağmen alımlı, her zaman podyumda yürüyormuş gibi serin ve şık, sesi tok ve romantik bir titreşime sahip.

Aslında bu mektubun yeraldığı şu sayfada kenar süsleri de olsa ne iyi olurdu. Satır aralarına da güzel kokulu mum resimleri isterdim, sayfanın rengi de bu kadar beyaz olmamalı, biraz loş olmalı. Evet, sanırım şimdi açık mektubumu yazmaya hazırım, başlıyorum. Sevgili Nazlı Hanım... Yok, hayır, yapamıycam. Galiba henüz hazır değilim. Başka bir sefere belki...



Murat Boz mu Kim Junsu mu



Geçenlerde Murat Boz’un Geri Dönüş Olsa şarkısının remix’ine çektiği klipini izledim... Güzel şarkı ancak ben yine hayal kırıklığına uğradım. Murat habire kolunu, başını, vücudunu rastgele sallayıp duruyor. Hani düğün salonlarında içkinin tesiriyle piste çıkıp dans ediyorum derken kendini sallayan çekingen insanlar vardır ya, öyle...

Türkiyeli popçular dans etmeyi bir türlü öğrenemedi, dans dersine para harcamak mı istemiyorlar, bilemiyorum artık. Son zamanlarda Koreli popçulara sardım. Popçu diyorsam müzikleri Hip Hop’tan R&B’a kadar her şeyi içeren bir salata tabağı. Ancak çok başarılılar. Kim Junsu var mesela. Tarantallegra şarkısına çektiği klipi izleyin. Dans, koreografi, mizansen ve dekorlardaki estetik seviye ile çekimlerdeki ustalık insanı hayran bırakıyor. Kore pop müzik sektöründe, Junsu gibi pek çok isim ve grup var. Video kalitesi, modanın sınırlarını zorlayan inanılmaz yaratıcı kıyafet ve kostümler dikkate alındığında, Amerikan müzik endüstrisinden çok çok ileride ve daha yaratıcılar. Gençlerden oluşan girls generation, sistar, B:A:P, SHINee EXO ve Bingbang dikkatimi çeken gruplar. Bingbang'in fantastic baby kliplerini izleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız.


hidirgevis@yahoo.com twitter.com/hidirgevis

#navbar-iframe { height: 0px; }