12 Mart 2008 Çarşamba

Kızım Bacardi Kalk Bir Bardak Su Getir


Hıdır Geviş-New York

Boston'da yaşayan Adanalı arkadaşım Fikriye geçen yıl Andrew adlı yakışiklı bir Amerikali delikanlıyla evlilik yaptı. Fikriye evlilik öncesinde ailesinin onayına başvurmadı bile, çünkü "hayır" cevabı alacağından emindi. Bir kasabada yaşayan aile oldukça konservatif, bu nedenle onların ilişkisine başından beri pek hoş bakmıyorlardı.
Aile eni sonu olanlardan haberdar oldu ve arada hiç bir sıcaklığın eritemeyeceği bir buz dağı boy gösterdi. Ancak Fikriye, bu soğukluğun sıkıntısını uzun süre üzerinde taşıyacak bir insan değil, bir an önce ailesiyle arasını düzeltmek, eşini onlarla tanıştirmak ve hafiflemek istiyor.

Fikriye, cesaretini topladığı bir an, annesini telefonla arıyor ve eşinin müslüman olmak istediğini söylüyor. Bunun üzerine aile yumuşuyor ve "O'nu da al gel, mevlit okutur sünnet ederiz" diyorlar. Fikriye, kocasının zaten sünnetli olduğunu, bütün Amerikali çocukların doğar doğmaz hastanede sağlik gerekçesiyle sünnet edildiğini açıklamaya çalışıyor. Ailenin aklı bu işe pek yatmıyor ama "Peki o halde sünnet faslını atlarız" cevabini veriyorlar.

Bunun üzerine Fikriye kocasını karşısına alıp, "Şimdi sıra sana Türkçe isim bulmakta, ben isimleri sayacağım, beğendiğini seç" diyor. Kocası "peki, say öyleyse" diyor. Fikriye başlıyor, "Burak, Yiğit, Egemen, Utku, Berk, Sidar, Hasan, ..." Kocası Hasan'ı duyunca, "Tamam, seçtim bile: Hasan" diyor, Fikriye karşı çıkıyor. Bu ismi yanlışlıkla ağzından kaçırdığını söyleyip, "diğerlerinden birini seç" diyor. Eşi, "Ama ben Hasan'ı sevdim, kulağa çok güzel geliyor, neden bu ismi istemiyorsun" diye çıkışıyor. Fikriye başlıyor; "Hasan köylü ismi, ama diğerleri kentli, okumuş yazmış ve zengin ailelerin çocuklarina koymayı tercih ettikleri isimler, etme eyleme gel bu isimlerden birini mesela Berk'i seç" diyor.
Karısının bu yaklaşımını biraz tuhaf karşılayan damat, sonunda pes edip yeni ismini kabulleniyor. Böylece Andrew, Hasan olmaktan son anda dönüp Berk oluyor.

Son derece modern ve özgür bir kadın olan Fikriye, belki de kendi isimiyle ilgili kendi öz ülkesinde yasadığı sorunlar nedeniyle Hasan'ı kabul etmeme konusunda bu kadar direnmişti. Çünkü Türkiye'de nasıl insanların her biri farklı bir sosyal ve ekonomik sınıfa dahilse, bazı isimler de sadece belli bir sosyal sınıfa ait kalıyor. Dolayısiyla bazen sahip olduğunuz isim size belli bir imaj, belli bir kimlik de verebiliyor. Nasıl üst sınıftan insanlar alt sınıftakilere karşı bir küçümseme ve kibirle yaklaşıyorlarsa, belli isimlere de aynı küçümseme ve kibirle yaklasiyorlar. Örneğin hiç hayal edebilir misiniz: Koç ailesinde doğmus bir bebeğe Hıdır ismi veriliyor. Ben bunu hayal etmekte bayaği zorlanıyorum.

Eski zamanlarda, bireylerin içinde bulunduklari sosyal sınıfdan çıkıp başka bir sosyal sınıf içine girme şanslari çok zayıftı. Bu nedenle sahip olduğunuz isim gerçekten sizle ilgili bir şeyler söyleyebilirdi. Ama modern zamanlarda, insanlar içine doğdukları sosyal, ekonomik, kültürel ve etnik yapıyı kırıp bambaşka bir sınıf içinde bulabilirler kendilerini. Dolayısıyla bu noktada, o insanlarin yeni kimliklerini, taşıdıkları isimlerin imajlarıyla denk getirmeye çalışmak sadece anlamsiz bir çaba olur.

Adıniz Şaban olabilir. Çankırı'nın bir köyünde müslüman ve tutucu bir ailenin üyesi olarak dünyaya gelebilirsiniz. Fakat başarılı bir öğrenci olur, burs alır, San Francisco'da felsefe okur ve burada 25'inizde Budizmle tanişıp hayatınızın geri kalanını bir Budist olarak sürdürebilirsiniz. Bu durumda Şaban isminin Türkiyeliler'in kafasinda çağrıştırdıği anlamlarla Amerika'da yaşayan Şaban arasında buyuk bir fark var. Demek istediğim şu: İsimler, bu sosyolojik devinim icinde geleneksel anlamlarını yitiriyor. Bu nedenle özellikle TV senaristleri, dizilerdeki beyaz yakalı karakterler ile mavi yakalı karakterler arasında isim ayrımı yaparken biraz daha dikkat etmeli ve eski stereotipleri belleklerinden silmeliler.

Ismin imaji ile ismin sahibinin imaji arasındaki çelişkiden nasibini alanlardan biri de benim. Buradaki Amerikalı arkadaslarım bana "Hidiiiiir", "Hayder", "Haydar" diye seslenirken zorlansalar da, kimse kaba ve despotça bir yaklaşımda bulunup ismimi değistirmemi önermrdi. Ancak hangi Türkiyeliyle biraz samimi olsam, "aslında ismini degiştirsen ne güzel olur" diye başlıyorlar. "Peki neden?" Büyük bir ihtimalle Onlarin gerekçeleri de Fikriye'ninkiyle aynı.

Ben bu meselenin sadece Türkiye'ye özgü bir durum olduğunu düşünüyordum. Meğer burada da böyle şeyler varmış. Bekleyin anlatacağım.
Geçen hafta, bir finans şirketinde çalışan (Bu şehirde kime selam verseniz finasçı çıkıyor. JP Morgan, Merrill Lynch, Citibank gibi bir çok büyük global finans sirketinin merkezi burada olduğu gibi, Dünya ekonomisinin kalbi olan NY Stock Exchange ve Nasdaq da bu şehirde yer alıyor ) Giresunlu arkadaşım Özlem Çakır'ın Queens'de yeni aldığı evi ziyarete gittim.
Queens, Eski Sovyet Cumhuriyetlerinden gelen Museviler, Uzak Doğulular ve Hintli göçmenlerin çoğunlukta oldugu bir semt. Manhattan'da 33. sokak ile 8'in kesiştiği noktadan E expres trenini aldım, "Rooswelt Avenue" durağında aktarma yaptim, 30 dakika sonra Queens'de yani Özlem in evindeydim.

Burada gelenektir, yeni alınan evin sahipleri "hausewarming" partisi yapar, ahbaplarını davet ederler. Davetliler de ev hediyelerini alır gider. Ancak ben Özlem'in housewarming partisini kaçırdım. Bu nedenle de o gün evine elimde bir şişe kırmızı şarapla gittim. Kendi evimmiş gibi kendime yeşil çay yaptım, Özlem de kırmızı şarabını açti. Başladık sohbete. Özlem kendini iyi yetiştirmiş, inanılmaz zeki ve enerjik bir genç kadın. Şehirde olan biten her şeyden haberdar; yeni çıkan kitapları, yeni sergileri, külturel etkinlikleri ben hep O'na soruyorum. Bu nedenle Özlem'e "ayaklı gugulum" diyorum,

Özlem'e geçen gün internetteki "uludag sözlük"te benimle ilgili yapılan övgülü bir yorumdan söz ettim, yorum şöyle bir tesbitle başlıyordu; "Hıdır Geviş, eğer takma isim değilse, -ki acaip şekilde öyle görünüyor- Taraf gazetesinin New York muhabiri...." Öyle görünüyordu ki bu yorumun yazarı da Hıdır Geviş isminde birine New York'da muhabirlik yapmayı yakıştiramamış, ismimin sahte olduğunu düşünmüştü. Ancak ismim Berk Uluç olsaydı belki de böyle bir tespit yapılmayacaktı.

Beni dinlerken Özlem'in yüzünde her zamanki hınzır gülümseme belirdi. Özlem'e göre Amerikan toplumunda da isimler arasında sınıfsal bir ayrım var. Bana bu konuda Steven D. Levitt ve Stephen J. Dubner 'in birlikte yazdıkları çok ilginç bir kitap önerdi: "Freakonomics"

Bu kitaba göre insanlar daha çok sosyal çevrelerindeki insan isimlerinden yola çıkarak isim seçiyorlar. Bu nedenle örneğin şöhretlerin isimlerine pek yüz vermiyorlar. Yani kimse kızına Madonna ya da Britney adını takmıyor. Ancak özellikle düşük gelir grubuna mensup siyah aileler arasında bazı fiyakalı marka isimlerini çocuklarına isim olarak verenler varmış. Örneğin araba markası Lexus, içki markası olan Bacardi, giysi markası Timberland bunlardan bir kaçı. Amerikali babaların da koltuğa oturup kızlarından su isteme alışkanlığı olsaydı şöyle bir sahne çıkardı ortaya, "Kızım Bacardi!!!! Kalk bana bir bardak su getir hadi" Ancak buradaki kızların cevabi "tamam baba" değil, "Ne oldu babacım, bir sorunun mu var, neden benden su istiyorsun, yoksa yürüyemiyor musun?" olurdu.
Yine eğitim düzeyi düşük aileler arasında çocuklarina Yale ya da Harvard gibi ünlü üniversitelerin isimlerini verenler de var.

1990larin Amerikasinda üst tabakanın gözde kız isimleri ise, Alexandra, Lauren, Katherine, Madison, Rachel miş... Aynı yıllarda, düşük gelir grubuna mensup aileler arasındaki popüler kız isimleri de şöyle, Amber, Heather, Kayla, Stephani ve Alyssa.

Bir ismin üst sınıftan alt sınıfa inmesi ise en az 10 yıllık bir zaman gerektiriyor. Ne zaman ki sosyetik isimler yaygınlaşıyor, üst tabaka bu kez başka isim arayışına giriyor.

Peki sahip olduğunuz isim hayatınızı etkiliyor mu? Evet bazı noktalarda etkiliyor. Özellikle internet aracılığıyla gerçekleşen tanışmalarda ismin genel imaji başlangıçta çok etkili. Örneğin yapılan bir araştirmada aynı iş yerine aynı pozisyon için birbirinin aynı iki ayrı başvuru formu gönderiliyor. Başvuruların birinde beyazların kullandığı geleneksel bir isim kullanılıyor, diğerinde ise siyahlarin kullandığı geleneksel bir isim kullanılıyor. Elbette en çok iş teklifi beyaz isme geliyor.

Üşengeç sosyologlara üzerinde çalışmaları için bir konu: isimler ve o isimlerin toplumsal imaji konusunda bir araştırma yapabilirler. Araştırmanın bir parçası olarak da yukarıdaki gibi aynı iş pozisyonu için birbirinin aynı iki ayrı iş basvuru formunu bir Hidir ismiyle bir de Berk ismiyle yollasınlar. Bakalım hangi isim daha çok iş görüşmesi teklifi alacak. Çok merak ediyorum.
TARAF GAZETESİ


1 yorum:

#navbar-iframe { height: 0px; }