Hıdır Geviş-New York
Geçen gün arkadaşım Gülşat Aygen'le telefonda konuşmaya başlayınca içimi bir sevinc kapladı.
Bu cümle, ilkokulda kürsüden okunan Atatürk şiirlerinden borç alınmış gibi duruyor ama sahiden de öyle oldu: içimi bir sevinç kapladı. Lakin çok geçmedi ve bu sevinç bir noktada kursağımda kalıverdi. O noktadayken biz, silahı kapıp okul kampüslerinde insanları öldüren kafadan rahatsız öğrencileri konuşuyorduk. Katil öğrencilerin bir çesit depresyon ilacı olan Prozac ile olan ilişkisini konuşmaya basladığımızda ise psikoloğuma ihtiyaç duyar hale gelmiştim bile.
Gülşat bana hayli uzak bir yerde, Chicago'da yaşıyor. Yani Amerika'nın Midwest'inde (orta kuzey), bense Kuzey doğusundayım. Bu mesafeye rağmen, ne zaman kendimi kemikleri alınıp kasap tezgahına serilmiş bir tutam kuşbaşılık et gibi hissetsem, O'nu arıyorum. Sağolsun her defasında beni kendime getiriyor. Bana sahip olduğum gücü hatırlatıyor. Bu da her şeye yetiyor: cesaretim artıyor, güvenim tazeleniyor...
Bu kez O'nu kendim için değil, Onun için aramıştim. İki sebeple: Birincisi geçmiş olsun demek için, ikincisi tebrik etmek için.
Gülşat'la Harvard Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştığı zaman tanıştım. Harvard'ın zeki Amerikalı öğrencilerine kendi dillerini, yani Ingilizceyi öğreten bu isimden hayli etkilenmiştim. Türkçeye içinde Kitle ve İktidar ın da bulunduğu nitelikli kitaplar çevirmişti. Dilbilim alanında uzmanlaşmıştı. Noam Chomsky (Herkes bu ismi siyasetbilimci yönüyle tanıyor. Chomsky aynı zamanda dünyanın en önemli bir kaç dil teorisyeninden biridir) ile birlikte çalışmalar yapmıştı. Üstelik Chomsky O'na fazla uzak değildi; Harvard'dan yaklaşık 4 otobüs durağı ileride olan ve Charles nehrinin kıyısında konuşlanmış olan MIT adlı diğer bir namlı üniversite de görev yapıyordu.
Gülşat, öğrencilerinin olduğu gibi, tanıştığı insanların da dünyasını zenginleştiren biri. Bizi Massachuset caddesi üzerinde entellektuel solcuların gittigi Republic gibi barlarla tanıştıran oydu. Republic'den bir kac sokak ötedeki Cantab Lounge'a bizi götüren ve siyah şarkıcı Peanut Man'le tanıştıran da oydu. Peanut Man'den "The Department Store" şarkısını birlikte dinlemiş, çok eğlenmiştik.
Ancak Gülşat'ı güç bulmuş, çabuk kaybetmiştim. Harvard'daki başarısı O'na yeni kapılar araladı. Bir gün bizleri Boston'da bırakıp Illinois eyaletine taşındı. Ardından da ben, Boston'dan ayrıldım ve New York'a yerleştim.
Gülsat'ın Illinois Üniversitesi'ndeki profesörlük kadrosu geçenlerde onaylandı. O'nu kutlamak istememin sebebi buydu. Geçmiş olsun demek istememin sebebi ise şu: Geçen hafta, Steven Kazmierczak adlı bir öğrencinin 5 kisiyi öldürdüğü 18 öğrenciyi yaraladığı geçen haftaki saldırı olayı, O'nun ders verdiği DeKalb'deki kampüste gercekleşti.
Peki bu sonu gelmez kampüs saldırıları neyin nesiydi? Gülsat'ın konuyla ilgili ne düşündüğünü çok merak ediyordum. Nitekim, telefonda Gülsat'a saldırının üniversitedeki gündelik hayatı nasıl etkilediği de dahil olmak üzere pek çok soru sordum.
Gülşat, saldırının meydana geldiği kampüste şu an 200'ün üzerinde gönüllü terapistin görev yaptığını söylüyor.Her sınıfa öğretim üyesiyle birlikte bir de treapist giriyormuş, sadece sınıflarda da değil kütüphane ve koridorlarda da terapistler kol geziyormuş. Bu terapistlerin amacı ise üniversitede şiddete şahit olan ögrencilerin yaşadıkları farklı seviyelerdeki trauma konusunda onlara yardımcı olmak ve öğrencileri ileride ortaya çıkması muhtemel post traumatic disorder ı (Türkiye'de Vietnam sendromu ya da trauma sonrası stres bozukluğu olarak biliniyor) basından önlemek. Bunun dışında okul yönetimi, bir süreliğine okuldan uzaklaşmak isteyen öğrencilere bir sömester boyunca ders almama hakkı da tanımış.
Okul yönetiminin gelişmelerle ilgili tavrını iki ayrı yaklaşımla değerlendiren Gülşat şöyle söylüyor: "Üniversitenin aldıği bu önlemler, bireylerin şiddetten nasıl etkilendiğinin bilinmesi ve buna göre önlem alınması konusunda çok anlamlı. Ancak alınan tedbirler biraz abartılı. Bazı öğretim üyeleri aramızda toplandık ve sınıflara terapist alınmasını istemediğimizi yönetime bildirdik. Bu eğitimi sınırlayan bir yöntem, ben sınıfımda terapist de olsa bir yabancının beni izlemesini ve dinlemesini istemem."
Türkiye'deki gençlik yıllarında ağır işkencelerden geçen Aygen, 12 Eylül şiddetinin nasıl bir şey olduğunu en iyi bilen isimlerden biri. Dolayisiyla siddet konusunda çok hasas. Üstelik post travmatik stres kavramını literatüre kazandıran Harvard profesörlerinden Judeth Herman'ın da yakın arkadaşi. Bu arada belirteyim. Herman'ın "Travma ve İyileşme adlı kitabi Dr. Tamer Tosun tarafından Türkçeye kazandırıldı. Hatta Herman, Türkçe baskıya özel bir önsöz bile yazdı.
Çiceği burnunda profesör arkadaşım, üniversitelerdeki bu şiddetin en önemli sebebinin Amerika'da silah satışının serbest olması. Toplu kıyım gerçekleştiren saldırganların çoğunun bir şekilde psikolopjik tedavi görmüş olduğunu belirten Aygen, "işin ürkütücü yanı tedavi gören insanlara silah satılıyor olması" diyor.
Gülşat'ın bununla bağlantılı olarak dikkat çektiği bir başka nokta ise okullarındaki saldırıyı gerçekleştiren Steven Kazmierczak adli gencin de pek cok okul saldirgani gibi prozac kullanıcısı olduğu. The Shooting Drugs Prozac (Öldüren ilaç Prozac) adlı kitabın yazarı Donna Smart da benzer bir tespitte bulunuyor. Ona göre de Columbine, Oregon, Arkansas, Minnesota, Georgia, Massachusetts gibi bolgelerde yaptıkları saldırılarla birden fazla insanı öldüren saldırganların hepsi prozac ya da Zoloft, Paxil, Luvox, Celexa, Serzone veya Ritalin gibi başka depresyon ilaçlari kullanıyordu.
Yazar, Prozacın insanlarda gerçeklikle doğru ilişki kurma yetisini zayıflattığını ve en temel insani değerler konusunda bir bilinç karışıklığına yol açtığına inaniyor.
Içinde benim de yer aldığım bazı baska insanlar ise bu tür bir mantık yürütmeyi yanlış buluyorlar. Gerekçeleri ise şu: Bu saldirganlar zaten psikolojik olarak sorunlu olduklari için prozac kullanıyorlardı. Dolayısıyla onlar sadece prozac kullandıkları için değil, rahatsız oldukları için de o katliamları gerçekleştirmis olabilirler.
Telefondaki konuşmamızın bitiminde Gülsat beni Chicago'ya davet etti. "gelirim, bakarız" diye geçiştirdim. Aman ne işim var orada bu mevsimde. Kışları ülkenin en soğuk şehirlerinden biri. Nur içinde yatsın, vakti zamanında Erzurum kedilerinin damdan dama atlarken ortada donup kaldığını yazan Evliya Çelebi, bugun bu şehri ziyaret etseydi, Seyahatname'sine şöyle bir not düşerdi: "Sears Tower'dan (Kentin en yüksek, Dünyanın dördüncü yüksek binasi) canına kıymak için aşağıya atlayan delikanlılar, düşerlerken havada donuyor ve yere çakıldıklarında geriye buz parçacıklarından oluşan bir toz bulutu bırakıyorlar."
TARAF GAZETESI
25 Şubat 2008 Pazartesi
Tetiği Prozac mı çekti
Posted by Unknown at 11:48
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder