9 Şubat 2008 Cumartesi

Gol gol Super Bowl


Hıdır Geviş-New York

Ne zaman Türkiye gazetelerini açsam havale geçirecek gibi oluyor ve hiç farkında olmadan kendi kendimekonuşmaya başlıyorum. Bu nedenle artık ev arkadaşım Jonathan'ın yanında internete girip bu gazetelere bakmamaya özen gösteriyorum. Aksi halde çocuk, akıl sağlığımdan şüphe edecek. Kim bir deliyle aynı evde yaşamak ister ki.

İşte bu nedenle, her defasında bir daha Türkçe gazete okumama konusunda kendime söz veriyorum ama bu sözleri tutan kim.... Geçen akşam televizyonun başındayız. Dizimin üzerinde Laptop'um, yine malum gazetelerin web sitelerini turluyorum. Bir yandan Jonathan ile birlikte Logo TV (Amerika'nın en büyük yayın kuruluşu olan CBS'in bünyesinde yer alan ve sadece gay, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transeksüellere yönelik programlar hazırlayan bir televizyon kanalı) deki Noah's Arc (Nuhun Gemisi) adlı diziyi izliyoruz, aynı zamanda aramizda, Superbowl için vereceğimiz parti konusunda görüş alışverisinde bulunuyoruz. Burada adettendir Amerikan Futbol Ligi'nin (NFL) şampiyonluk maçı olan Superbowl'un olduğu Pazar akşamı, herkes evinde parti verir ve bu maçı eş dost ahbapla birlikte izler. Ülkede en çok içki ve yiyeceğin tüketildiği
özel günlerden biridir bu gün.

İstanbul gazetelerinin web sayfalarına baktıkça, ben yine "türban" diye mırıldanmaya başlamış olmalıyım ki Jonathan sordu, "tourben" nedir diye. Ben türbani ve türban meselesini O'na anlatırken bile gergindim. Konuşmaktan yorulup duraklayınca, "fikrimi öğrenmek ister misin" diye ekledi. "Buyur" dedim, buyurdu tabii: "Hükümetinizi pek anlamış değilim, tek yapmaları gereken bir özgürleşme paketi hazırlamaları ve turbanı da bu paket içindeki maddelerden biri olarak kamuoyu önüne getirmeleri; Ülkenizde düşündüğünü konuştuğu ya da yazdığı için hapse atılan insanlar varken, hükümetin sadece türbanı bir özgürlük meselesi olarak gündeme taşıması diğerlerine haksızlık . Özgürlük dağıtıyorsanız toplumdaki her çesit vatandaşa özgürlüğünü
verin ve bitirin bu işi. Sözünü ettiğin 301 maddesi toplumdaki herkesin özgürlüğünü engelliyor. O halde neden işe ondan başlamıyorsunuz. Bunun yanı sıra sizde eşcinsellerin özgürlüğu var mı, Kürtlerin var mı, Musevilerin var mı, Alevilerin var mı... Bu grupların hak ve özgürlükleri de anayasal maddelerle güvence altına alınıyor mu?"

Bu çocuk Türkiye'de ciddi bir terapiye ihtiyaci olan, paranoyak bir halet-i ruhiye olduğundan habersiz olduğu için kendi kafasından konuşuyor işte. "Eee Jonathan şimdi kimleri çağırıyoruz Superbowl partisine" diyerek kapattım konuyu. Biliyorum meseleyi biraz daha uzatırsak, kazandığım bütün parayı psikologlara harcamak zorunda kalacağım. Neme lazım, önce kendime mukayet olmalıyım.

Jonathan ile birlikte o akşam 20 kişilik bir davetli listesi hazırladık. Sonra davetli sayısını nasıl biraz daha arttırırız derken bir de baktık ki listede sadece 2 kişiyi bırakmışiz. Anlayacağınız alın beni vurun roommate'ime. İkimiz de plan yapma, parti verme konusunda birbirmizden beteriz.
Öte yandan bakın şu Allah'ın işine ki bizim davetli listesine giren şanslı kişiler Dany ve boyfriendi Michael'dı. Yani en az sevdiğimiz iki arkadaşımız.

Pazar günü heyecanla uyandım. İçim içime sığmıyordu; çünkü o akşam büyük maç vardı. Amerikan futbolunun iki güçlü ismi olan New York Giants'ları ve New England Patriots'ları arasında belliki kıyasıya bir oyun oynanacaktı. Şaka yapıyorum tabii. Hic de böyle bir ruh hali içinde değildim. Bir kere ben ne futboldan, ne beyzboldan, ne basketboldan, ne de Amerikan futbolundan özetçesi hiç bir maçtan anlamam. Sevmek ve ben de toplumdaki her "normal" vatan evladı gibi olmak için çok uğraş verdim ama nafile. Vücudumdaki spor karşılaşmalarını izlememe ve kurallarını öğrenmeme direncini bir türlü kıramadim. Bazen kendimle hiç başa çıkamıyorum ve pes ediyorum, ne yapayım; ben de böyle bir insanım işte, kendimi çöpe atacak değilim
ya.

Tabii bunlari size söylediğim için, akşam misafirler eve geldiğinde, onlari salonda bırakıp, tuvalate kitap okumaya gittiğimi düşünmeyin. Ben de onlarla birlikte oturdum televizyonun başına. Çünkü benim en büyük merakım Süperbowl maçı sırasında araya konulan reklam filmlerini izlemektir. Bu reklam filmleri Superbowl için özel hazırlanır, ilk olarak bu maç sırasında gösterimi yapılır ve genellikle çok eğlenceli ve yaratıcı olurlar. Sıkıysa olmasın, çünkü reklamverenler, Televizyondaki 30 saniyelik gösterim için 2.7 milyon dolar ödüyorlar.
Bu kadar pahalı olmasının bir nedeni var, reklamlar kimi kaynaklara göre 80, kimilerine göreyse 90 milyona yakın Amerikali tarafından izleniyor. Dolayısıyla çok etkili. Bu arada hatırlatmalıyım: Süper Bowl'un ilk yapıldığı 1967 yılında 30 saniyelik reklam için firmalar sadece 42 bin dolar ödemişler. Aradan geçen zaman bu rakkamı nasıl da yükseltmis değil mi.

Pazar günü şehirdeki bütün pizza ve sandeviç dükkanları, bir gün önceden hazırlık yapıp tonlarca yiyeceği pişirilmeye ya da satılmaya hazır tuttular. Çünkü insanların dışarıdan en fazla yiyecek satın aldığı gün Superbowl pazarı. Ben de sabahtan mahalledeki İtalyan usulü sandeviçler satan dükkana peynir almak için uğradım. İçerideki bütün masaların üzerinde hiç abartmıyorum boyum uzunluğunda ekmekler yığılmıitı. Daha

doğrusu sandeviçler.... Evinde kalabalik partiler verenler ya da bir partiye davetli olanlar bu dükkana uğrayıp bunlardan bir tane satın alıp öyle gidiyor gideceği yere. Bu dev sandeviçlerin üzerinde bir sürü dilimleri var, bir sürü insani doyurur.

Akşam, Dany ve Michael de bıze gelirken Torta di Ricotta denilen bir İtalyan tatlısı (biraz bayat gibiydi) ve sarap getirdiler. Ben içki içmiyorum artık, çünkü anneme söz verdim. O üçü ise iki litrelik birinci şişeyi bitirip ikinciyi açtılar. Onlar maçı bense reklamları izledim. Bu yılki favorim ise bir bira markası olan bud-light reklamıydı.

Konuyu size amlatmalıyım (Youtube 'a gidip arama kutusuna "Super bowl 2008 bud light commercial ads" yazarsanız reklamı izlersiniz). Fondaki ses "Bud-light simdi de nefesinizle alev püskürtme yeteneği kazandırıyor" diyor. Bir erkek ve bir kadın romantik bir yemek masasının iki ucundalar. Kadın, tam masadaki mumları yakmak isterken, erkek anında atılıp "bana bırak" diyor ve nefesiyle alev üfleyerek mumları yakıyor.

Ancak evin kedisi kenardan geçinde, kedi tüyüne alerjisi olan erkek, elinde olmadan hapşırmaya başlıyor. Hapşırdıkça elinde olmadan ağzından ejderha gibi alev püskürüyor ve masayı da kadını da kediyi de yakıyor tabii.

Gecen yıl snickers reklamını (Youtube arama kutusuna "Snickers Super Bowl Ad - Vote!" yazin ve izleyin) çok eğlenceli bulmuştum. Ancak kadere bakın ki bu reklam homoseksüelliği küçümsediği gerekçesiyle üretici firma tafından ertesi gün geri çekilmişti. Tabii kendimden çok utanmıştım, reklama bu yönüyle bakamadığım için.

Bu yıl gösterilen reklamlar konusunda ilginç bir şey gözlemledim. Superbowl'a reklam veren sektörler arasında daha çok alkollü ve alkolsüz içecek firmalari gelir. Ancak bu yıl internet üzerinden servis sunan şirketlerin (salesgenie.com. godaddy.com, cars.com, careerbuilder.com, etrade.com) reklamları ağırlıktaydı. Demek ki internet üzerinden faaliyet gösteren şirketler, genel ekonomi içinde giderek daha büyük ağırlık kazanıyor olmalılar.

Reklamların yanı sıra maç için düzenlenen özel konser de benim için izlenmeye değer başka bir unsur. En çok da yaşlılardan oluşan Tom Petty And The Heartbreakers adlı grubu izlemekten keyif aldım.

Oyun sırasında takım tutup tutmadığimı merak ediyorsaniz, evet New York Giants'ları tuttum. New York'da yaşıyorum diye değil, oyuncuların çoğu zenci olduğu için. Takım tutarken bile gönlüm garibanlardan yana. Hani takımın milyarder oyuncularına gariban demek saçmalık ama sonuçta onlar bir şekide bu ülkede hep ezilmiş siyah azınlığı temsil ediyorlar, sırf bu yüzden onlar sayı yaptıkça ben abes biçimde sanki Avrupa futbolu izliyormuşum gibi "gol gol" diye bağırdım. Sonuç ne mi oldu? Tezahuratlarıma kayıtsiz kalamayan Giants'lar kupayı aldı.

TARAF GAZETESI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

#navbar-iframe { height: 0px; }