Hıdır Geviş
İnsan kısmının bazı takıntıları beni öylesine öfkelendiriyor ki "ah keske olağanüstü güçlere sahip olsaydım " diye yazıklanıyorum bazen. Son bir haftada başıma gelen türlü olaylara, katlandığım gerilime ve yaşadığım üzüntüye şahit olsaydınız neden öfkelendiğimi ve neden olağanüstü güçlere sahip olmak istediğimi anlardınız.
Olağanüstü güçlere sahip olmak istiyorum çünkü insanoğlunun takıntılarından biri olan Sevgililer gününü (Valentine Days) bütün heskesin hafızasından bir daha hatırlanmamak üzere silmek istiyorum. Olmaz olası gün. Son bir kaç gündeki bütün sıkıntılarımın tek sebebi... İşte sırf bu nedenle Hindistan'ın Yeni Delhi kentinde de az sayıda da olsa bir grup Hindu'nun "bu yılık bir medya etkinliğidir" iddiasiyla Sevgililer Günü'nü protesto etmeleri kızgınlığımın atesini birazcık söndürdü gibi.
Sevgililer Günü için yaptığım hazırlıklar, harcadığım emekler, paralar, yaşadığım aksaklıklar ve daha sonra gelen hayal kırıklıkları beni öyle bir noktaya getirdi ki hiç bir şeyi sağlıklı düşünemez oldum. Hatta boyuna konuyla ilgili komplo teorileri bile üretiyorum.
Dünden itibaren Sevgililer Günü'nün, ilişkileri canlandırmak tazelemek biraz heyecen katmak için değil, tümüyle bozmak ve çıkmaza sokmak için düzenlenmiş bir Taliban icadi olduğuna bile kendimi inandırdım.Talibanlar evlilik öncesi beraberliği tasvip etmedikleri için, "bu işi nasıl sabote ederiz" diye düşünmüş ve sonunda "Sevgililer Günü" fikrini keşfetmiş olmalıydılar. Öte yandan, Talibanların da kapitalizmin birer maşası olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Onlar da hiç farkında olmadan global şirketlerin ekmeğine yağ sürüyorlar. Nihayetinde sadece Amerika'da 14 milyar dolara yakın harcama yapılıyor, bu harcamalar ya çikolataya ya güle ya tebrik kartına ya da lokantalara ve tatillere harcanıyor.
Dolayısıyla şirketler bayram ediyor, asıl bayram etmesi gereken sevgililer ise çoğunlukla kavganın eşigine gelip, birbirine küsüyor hatta pek çoğu ayrılmaya bile karar veriyor. Tıpkı benle sevgilim gibi. Gelinen bu sonuç ise Talibanlar'ın bayram etmesine yolaçıyor çünkü amaçlarına ulaşmış, evlilik öncesi ilişkiyi bozmuş oluyorlar.
Şimdi başa dönüp bana kafayı yedirten olayları size tek tek anlatmak istiyorum. Geçen yıl arkadaşım Diego sevgilisine Sevgililer Gününde bir deste kırmızi gül aldı. Nedense adetmiş gibi pek çok kimse sevgilisine kırmızı gül vermeyi tercih ediyor. Sevgilisine ay çiçeği verenler de yok değil, hiç gülmeyin, ben çok ciddiyim, burada çok gözde.
Ancak Diego'nun sevgilisi basit bir insanlik refleksiyle büyük bir hata yapıp gülleri koklamış tabii. Burun delikleri de biraz genistir hani. 1: Bu güller tarlada bayırda kendi kendine yetişen yaban gülümü ki koksun. 2: Bu ülkede güller kokmaz. 3: Kokmadığını bildiğin şeyi neden koklamaya kalkarsın. 4: Madem böcek ilacına
allerjin var, neden yetiştirilirken ilaçlandığı besbelli olan bitkilerle bu kadar yakın temasa geçersin. Diego'nun sevgilisini ogün acil servise zor yetistirdiler.
Bu olay hep benim aklımın bir köşesinde tabii. O sıralar single'ım ve diyorum ki kendi kendime, "Bir sevgilim olsa O'na buram buram kokan organik güller alırım. Birincisi öteki güller fazla muntazam görünüşlü, ne çürük ne yamuk ve bu nedenle yapma güllere benziyorlar, üstelik gübreyle yetişmiş ve genleriyle dahi oynanmış oluyor, hormonlu. İkincisi ise güller Amerika'ya daha çok Kolombiya ve Guatemala'dan geliyor. Oralardaki gül tarlalarında çalışan köylülerin yarısından fazlası raconuna uygun yöntemlerle kullanılmayan tarım ilaçları nedeniyle zehirleniyorlar. İşte bu çalışma koşullarını pek çok duyarlı Amerikalının yaptığı gibi protesto ettiğim için hormonlu güllere yanaşmıyorum.
Çok geçmedi, hayal ettiğim gibi bir sevgiliye sahip oldum. O'nunla geçen yazın başı Midtown'da bir barda tanıştık. Baktık ilişki iyi gidiyor ikimiz de birbirimizi arkadaşlarımızla tanıştırma kararı aldık. Ancak sevgilimin zoruyla bir de yan karar aldık. Bu karara göre herkese barda değil, Modern Sanatlar Müzesi'nde o yaz çok popüler olan Richard Serra (www.moma.org) sergisini gezerken tanıştığımızı söyleyecektik. Sırf her şey gerçekçi olsun diye bir hafta sonu bu müzeye gittik ve o sergiyi gördük. Sevgilimin düşüncesine göre, bu tanışma biçimi ilişkimize daha ciddi, saygın ve asil bir hava katacaktı. Çaresiz istedigine boyun eğdim.
Ondan hoşlanıyordum ve O'na değer verdiğimi göstermek istiyordum bu nedenle teee aylar öncesinden 14 Şubat Sevgililer Günü için hazırlıklarıma basladım. O'na bir deste gül alacaktım ama bu öyle Diego'nun gülleri gibi olmayacaktı. Hayalini kurduğum gibi organik gül olmalıydı. Manhattan'daki bazı çiçekçilerde organik güller satıldığını öğrendim. Özellikle West Village de bir çicekçiyi tavsiye ettiler. Hatta bu organik güller başlangiçta sadece Bollivya'dan geliyormuş, ancak şimdi California eyaletinden de getiriliyormus.
Araştırmalarım sonucu Teresa Şabankaya'nın sahibi olduğu "The Bonny Doon Garden Company" (www.bonnydoongardenco.com) adlı organik gul üreten ve satan bir şirket buldum, hatta internet üzerinden de satış yapıyorlar. Hanımefendinin soyadından şüphelenip telefon ettim ve sordum, kendisi değil ama eşi Türkiye asıllıymış. (Gazeteler artık bunu haber yapar. Başlık da hazır: Amerika'daki organik gül imparatoru bir TÜRK) Gül konusundaki araştırmalarım beni New York Botanical Garden'e (NY Botanik Bahçesi, www.nybg.org) kadar götürdü. Bu kuruluş güllerle ilgili bir dizi seminer veriyormuş. Yerleri de bana çok uzak aslında, siyahların yoğunlukta olduğu Bronx semtinde, yani Manhattan'ın yukarlarında. Temmuz ayıydı. Kalktım gittim.
Seminerin konusu "nasıl organik gül yetişitirilir". Amacım eve bir kaç saksı alıp kendi gülümü kendim yetiştirmek ve sevgilimi bu yolla etkileyip kendime aşık etmekti. Ancak olmadı hesabım tutmadı, çünkü beceremedim, gül mül yetiştiremedim.
Aradan aylar geçti, Sevgililer Günü'ne 1 hafta kala hani şu sahibi Turkiye asıllı olan çiçekciye gül siparişi verdim. 50 dolar çiçek parası (sadece beş altı gül biraz da yeşil ot ve küçük cam bir vazo), 25 dolar da FEDEX için yani hızlı posta parası ödedim. Çiçek 14 Şubat tarihinde 4 gibi evde olacaktı. Ogün eve erken geldim. Ben 5'de evden çıkacak ve sevgilimle Greenwich Village'de şık bir lokantada buluşacaktım. Gülleri ise masamıza koyacak, hem bakıp hem koklayacaktık.Ancak bu hesabım da çarşıya uymadı. Dustayken postaci gelmiş, apartmanın kapısı açık olmadığı için içeriye bırakamamış paketi, bütün zileri çalmış kimse açmayınca geri dönmüş gitmiş adamacağaz.
Neyse çok dallandırmayayım meseleyi, bu yazı uzadi gidiyor çünkü. Ben o gün lokantaya bir saat 10 dakika geç gittim, sırf bu gül meselesi yüzünden... 2 hafta öncesinden reservazyon yaptırmıştık , ancak çok geç kalınca yerimizi başkasına vermişler, bütün lokantalar o akşam tıklım tıklımdı ve gidecek iyi bir yer de yoktu.
Sonucu siz tahmin edersiniz artık.
Şimdi neden Sevgililer Günü'nden nefret ettiğimi anlamışsinızdır. Çünkü bu gün, hem kendi kendinizden hem de sevgilinizden aşırı bir beklenti içine giriyorsunuz, beklentiler gerçekleşmeyince de suratınıza uçak çarpmış
gibi oluyor, daha dogrusu bana öyle oldu.
18 Şubat 2008 Pazartesi
Güller Savaşı
Posted by Unknown at 07:42
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
HIDIR BEY
YanıtlaSilSizin e mail adresinizi bilmediğim için buradaki yorum köşesinden size ulaşmaya çalışıyorum.Umarım başarılı olurum.
Bu gün (20-02-2008) Taraf gazetesinde çıkan yazınızı çok beğendim.Şayet izin verirseniz aylık dergimiz OPTİK VE OPTOMETRİ de yayınlamak istiyorum.
Aslında Kanada da başlayan BUY NOTHING hareketi aynen GREEN PEACE in çıkışı gibi yeni ve gelecekte kendinden çok söz ettirecek bir hareket.Ben de yıllardır böyle bir hareket ne zaman başlayacak diye bekliyordum.Küresel Isınma başta olmak üzere Dünya ya musallat olan belaların başında aşırı üretim ve tüketimin geldiğinin birileri farketmiş sonunda.
Lütfen izin verin bu konuda ben de küçük bir katkıda bulunup biraz daha bilinir olmasını sağlayayım.
SAYGILARIMLA
RIFAT KAYIN
rifatkayin@gmail.com