9 Ocak 2008 Çarşamba

TARAF GAZETESİ YAZARI HIDIR GEVİŞ YAZILARINDAN SEÇMELER: Başım göğe erdi; Times Square’de yeni yıla girdim



Hıdır Geviş-New York

Her yılbaşı öncesi, profesör Yalçın Küçük’ün öğüdünü dinleyip, o akşam yeni yıla yeni bir kitap okuyarak girmeyi tasarlıyorum ama olmuyor, yapamiyorum. Çünkü her defasında arkadaşlarım kolumdan tutup dışarı çekiyor. Sokağa bir çıkınca, haliyle eve ertesi günün sabahı dönüyorum.

Yani her defasında yine kendime verdiğim sözü tutamamış, yeni yıla yeni bir kitap okuyarak girememiş oluyorum.

Ancak bu yıl yeni yıla bir kitap okuyarak girme konusunda çok kararlıydım. Çeyiz dizen eski moda genç kızlar gibi hazırlık bile yaptım. Üşenmeden Union Square’deki Barnels & Nobels adlı kitapçıya gidip kitaplar beğendim.

Bu konuda ağzımı o kadar gevşettim ki planımdan bütün arkadaşlarımın haberi oldu. Hatta Penguin yayın grubunun halkla ilişkilerini yürüten arkadaşım Ben, bana kendi yayınevlerinden çıkan üç kitabi (A Thousand Splendid Suns, The World Without End ve The Bastard Of Istanbul) Fedex’e verip yollattı. Ev arkadaşım Jonathan bile bana bir kitap hediye etti. İnsanlar projem konusundaki kararlılığımı anlayınca destek olmak istemislerdi. Odam el değmemiş yeni ve güzel kapaklı kitaplarla dolmuştu. Hangisini okuyarak yeni yıla girecegime karar vermek zordu.

Yeni yıla girmeye 12 saat kalmıştı ve ben hala hiç bir kitabın sayfasını çevirmemiştim. Çıkardığım bunca tantana karşısında yatağımın üzerindeki kitap grubunun içinden birini seçmeli ve başlamalıydım. Aksi halde arkadaşlarıma ne diyecektim. Yeni yıla 11 saat kala televizyon izliyordum, 10 buçuk saat kala yemek pişiriyordum, 9 buçuk saat kala meillerimi kontrol ediyordum. 9 saat kala odamda, kitaplarımın başına dikildim. Ancak bir anda salona geri dönüp sehpanın üzerinde duran ve Jonathan’a ait olan kitabı elime aldım. Kitap Amerikan Başkanı George Bush’a aitti ve adı da suydu: “Beş kuruşluk aklınız olmadan nasıl başarılı olursunuz” Şaka yapıyorum tabii. Boyle bir kitap yok.

Tüm o yeni kitap edinme telaşına rağmen, Yeni Yıl arefesinde başladığım kitabı yeni aldıklarım arasından değil, eski ve okunmuş kitaplarım arasından seçtim. Cemile Çakır’ın Buzdan Heykel adlı öykü kitabıydı seçtiğim. Kitabi ikinci kez okuyunca daha da sevdim.

Neyse yeni yila 1.5 saat kala bu ince ve keyifli kitabi bitirdim. ikinci bir kitabi elime alacaktım ki içimden bir ses: “Hıdır ne duruyorsun, git Times Square’e ve insanların yeni yıla nasıl girdiğine tanıklık et. Hem böylece yapılması gerekenler listesindeki bir madde eksilmiş olur.”

Içimdeki bu ses bana gayet mantıklı geldi ve gece 10.50 gibi evden çıktım.

Hoboken’den Path trenini alıp, Manhattan’daki 33.sokakta, yani son durakta indim. Her tarafta polisler vardı. Bazıları köpekli, bazıları atlı, bazılari ise sadece silahlı.

Times Squar’e akan insan selini kontrol etmek için bazi sokaklar tutulmuştu. Daha önce benzerine bir tek Boston’daki bağımsızlık günü kutlamalarında rastladığım türde bir kalabalık vardı. Hatta daha fazlası.

Buradaki kalabalığı, Manhattan’da yaşayanlardan çok, dünyanın çesitli ülkelerinden gelmiş turistler ile çevre kasabalardan ve başka Amerikan şehirleriden gelenler oluşturuyordu.

Gec kalmistim. Birakin Times Square yaklasmayi, 42. caddeye ulasmak bile mumkun gorunmuyordu. Buraya sabahin korunde yer tutmak icin gelen binlerce insan vardi. Ancak onlar icin cis ve soguk onemli bir sorun olusturuyor. Yerinizi birakip cise gittiniz mi, tekrar ayni noktaya donmek mumkun degil. Ayrica o sogukta saatlerce beklemek de tam bir iskence

Insanlarin arasindan akip ilerlerken iki babayigit erkek aralarında New York polislerinin nasıl da çirkinleştiği üzerine konuşuyorlardı. Davraniş olarak değil, görünüş olarak tabii. İkiliden biri bunun nedenini bulmuştu bile, “11 Eylül’den sonra polis kadrosu katbe kat artırıldı, dolayısıyla her önüne geleni işe alıp polis yaptılar. Oysa eskiden polisleri işe alırken yakışıklılığa dikkat edilirdi.” Bu kanaate hakverdim.

Bu arada Times Square’e ulaşma amacımdan vazgeçmiş değildim. Uğraşa didine kendimi 6.cadde ile 42’nin (Bu sokak, Manhattan adasını, Hudson nehrinden Doğu nehrine kadar uzanarak ortadan ikiye bölen uzun bir cadde aslında) kesiştiği noktaya-yani HBO (kablolu TV kanalı) binasının tam karşısına ancak atabildim kendimi.

Hiç durmayan insan akışı nedeniyle ben ve benim cevremdekiler sirk göstericileri gibi 35 derece öne yaylanıp sonra normale dönüyor ve bu kez 35 derece geriye-sağa-sola yaylanıyoruz.

Onca kalabalıga ragmen, ne kavga eden, ne küfreden, ne birbirine sataşan, ne birbirini mıncıklayan kimseye rastlamadım.

Belirtmeden edemeyeceğim. Açık alanda içki içmek yasak olduğu için kimse içki içmiyor.

Etrafı gözetlerken bir yandan da düşünüyorum. Neden insanlar buraya toplanıyor diye. Oyle ya ne bir muzik, ne bir konser, hic bir şey yok. Gençlerin ağızlarındaki düdükler de olmasa ortalık bebek odası kadar sessiz olacak.

Derken düdük sesleri yükseldi, bağrısmalar arttı. Chase Bank binasinin damında, hiç de gösterişli olmayan ve toplam 1 dakika bile sürmeyen sönük bir havai fişek gösterisi yapıldiı (Siz asil Boston’da Charles nehrinin kıyısında her 4 Temmuz bagımsızlık gününde yapılan havayi fişek gösterilerini görmelisiniz. Çok uzun sürüyor, renkler, gokyuzunde beliren şekiller, ışık kombinasyonu muthiş.)

Nasil oldu anlayamadım, yeni yıla girmiştik. “Hepsi bu muydu!” diye içimden gecirdim tabii.

Evime geldiğimde bu kez Elif Şafak’ın kitabını aldım elime bu kez. Artık içim rahattı. Başım göğe elbet ermedi ama yıllar sonra da olsa hep yapmak istediğim ama yapamadığım planımı gerçeıe dönüştürmüştüm. Yeni yıla hem yeni bir kitap okuyup öyle girmiş, hem de sokaga çıkabilmiştim.

Hıdır Geviş-New York

Taraf gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

#navbar-iframe { height: 0px; }