27 Aralık 2007 Perşembe

TARAF GAZETESİ YAZARI HIDIR GEVİŞ YAZILARINDAN SEÇMELER



Manhattan'da sevgili bulmak Ay'da sebze yetiştirmek kadar imkanlı

Hıdır Gevis/New York

Geçen Cumartesi arkadaşım Chris'le buluşmak için

randevulaştık. Anlatması gereken çok önemli şeyler

varmış. Hep öyle olur ve ben hep anlattıklarının

sıradanlığı karşısında bir kez daha hayal kırıklığına

uğrarım.

Chris, ne kadar dil döksem de Gym'e gidip spor yapmayı

reddeden, uzun boylu ama yağlanmaya yüz tutmuş 37'sinde

bir gey erkek. Barda onu görenler önce güzel

sayılabilecek yüzüne bakıp gülümsüyor ama Chris'in

vucudunu süzdükten sonra bakışlarını süt gibi kesip

rotalarını başka yöne çeviriyorlar. Ancak Chris,

başına dökülen onca kaynar suya rağmen, New York

geylerinin tercihlerini anlamamakta direniyor. Çünkü

bu her açıdan rekabetçi sehirde biriyle çıkmak için iki pasaporta ihtiyacınız

var: Birincisi kaslı bir vucut, diğeri ise yüksek

yıllık gelir. Chris ise her ikisine de sahip değil.

"Barlara gidecek zamanı Gym'e ve kariyerine harcasan

şimdiye çoktan birini bulmuştun" diyorum. O da haklı

olarak "Sen once kendine bak" diyor.

Chris'le buluşmamıza erken gittim. Lokantada

sıkılarak beklemektense etrafta biraz dolaşarak zaman

harcamayı tercih ettim. Bu arada hem yürür hem biraz

laflarım diye Sybil'i aradım. Sybil heteroseksuel bir

kadın. İnce-uzun. Amerikalı ama Fransız kanı taşıyor.

Annesi İrlanda asıllı. Bir bankada çalışıyor. Bazen

ağzını açtığında sohbeti kafa ütüleme seansına

çeviriyor. Çok iddiaci, her şeyin en doğrusunu o

biliyor. Yani klasik mütevazi, kasıntısız ve rahat

Amerikan kızlarından çok farklı. Bu nedenle onu hep

Avrupalılar'a benzetiyorum. Onlar gibi sürekli kendini

ıspatlama derdinde. Ne olursa olsun karşısına çıkan

her şeyi (Bu bir porsiyon yemek olabilir, bir

Allah'ın garibi olabilir, Soho'da kırk yılda bir denk

geldiğimiz güzel bir Holywood starı olabilir)

küçümsemeyi ve ukalalık etmeyi alışkanlık haline

getirmiş. Ne zaman onla sohbet etsem, yorgunluktan en

az iki kilo kaybettiğimi hissediyorum. Ama yine de onun

dostluğundan vazgeçemiyorum. Sybil,35 yaşında

olmasına rağmen kendisinden yasça daha olgun

erkeklerden hoşlanıyor. O'nun da sorunu Chris'inkiyle

aynı. Kendine bir türlü uzun erimli bir sevgili

bulamıyor.

Neyse Sybil'i ileride daha iyi tanıyacaksınız. Bu arada ben 51.

Sokaga kadar çıkmış ve yaklaşık iki ay önce Wicked adlı o

karın ağrısı müzikali izlediğim Gershwin Theatre’ın

önüne kadar gelmişim. Kaldırımda kurulu bir standın

üzerinde ev yapımı kurabiyeleri görünce canım çekti. Bu

yiyecek ve içecekler, uzun saatler ellerindeki küçük

pankartlarla tiyatronun önünde gösteri yapan Broadway

sanatçılarına destek olsun diye getirilmiş.

Biz yine Chris'e dönelim. Chris, her zaman olduğu gibi yine

olabilecek en olmaz yerde bana randevu vermişti: 46.

caddenin batı yakasında yer alan Orso diye bir

restoran. Buraya genellikle başka il ve ilçelerden Broadway

show'u izlemeye gelen insanlar uğruyor. Ancak Broadway

sanatçıları haftalardır grevde olduğu için, show mow yok. Bu

nedenle restoran bomboştu tabi. Bense etrafta gönül

ferahlatan bir görüntü olmadığı için sinirliydim.

Chris, kendimi iyi hissetmem için, "New York belediye

başkanı Bloomberg buranın müdavimi, bakarsın birazdan

damlar" dedi, ancak fayda etmedi. Ben menu onume

gelince daha da bir asabi ve çekilmez oldum. Ana

yemekler 25 dolardan başlıyor. Ne yapayım kendime en

ucuzundan 18 dolara pesto soslu küçük boy bir pizza

ısmarladım. Bir bardak da buzlu musluk suyu (Musluk

suyu Amerikadaki lokantalarda bedava).

Chris ise kendisine önce apetizer olarak 13 dolara bir

şey ısmarladı: Tekerlek dilimli domatesin

üzerine bufalo sütünden yapılmış taze beyaz peynir,

üstüne rahan ve zeytinyağı. Ardından ana yemek olarak

27 dolara adı aynen şöyle olan bir deniz ürünleri

karışımı istedi: "Tuscan Seafood Chowdar with sea

scallops, shrip, clams, mussels, cannellini beans,

white wine tomato and grilled garlic bread."

"Keçinin uyuzu kurnadan içer suyu”. Bu adam yılda topu

topu 45 bin dolar para yapıyor ama maşallah kendisini de hiç

bir şeyden geri bırakmıyor. Halbuki ben Chelsea'deki

Spice adli Thai lokantasına gidip rahanlı sebzeli

ördek yemek istemiştim. Porsiyonu 9 dolar ve çok da

lezzetli. Yanına 2 dolara bir bardak da Thai çayı

(meyve suyu, yeşil çay ve süt karışımı bir içecek, soğuk içiliyor)

bana yeter. Yüzde yirmi bahşis ve vergisiyle birlikte

lokantadan 15-16 dolara çıkmış olurdum.

Neyse konuya dönelim. "Evet neymiş bakalım yeni

haber?" diye sordum. Meğerse, Speed Dating (Hızlı date

demek. Date ise biriyle çıkmak anlamına geliyor)

programına katılmış onu anlatacakmış. Evet bu sefer ilginc

bir mevzuyla karşıma çıkmıştı Chris. O nun macerasını hemen

özetleyeyim. Bir organizasyona belli bir miktar para

ödemiş. Chris'le bir görüşme yapılmış; özelliklerini

öğrenmişler: İşin ne-gücün ne-huyun haysiyetin

ne-akıllı mısın deli misin-nasıl insanlardan

hoşlanıyorsun vs.... Sonra birbirine uygun insanların bir

araya getirildiği 15 kişilik bir yemek düzenleniyor.




Yemekte her bir kişi diğer 19 kişiyle beşer dakikalık

hızlı bir görüşme yaparak karşısındakini az çok tanımaya

çalışıyor. En sonunda herkes kimden ne kadar

hoşlandığına karar verip aralarında başka bir zaman

için randevulaşıyorlar. Chris de oradan biriyle

tanışmış. İşi gücü iyi, yakısıklı biriymiş. Eeee

"tebrikler Chris" dedim. Ama içimden "Chris'in bu

defaki date'i en fazla iki yemek buluşmasi sürer,

sonra biter" diye geçirmeyi de ihmal etmedim. Biliyorum

hasetlik yapıyorum ama bu çocuk da kimle tanışsa date yapıyor ancak bir türlü

sonunu getiremiyor.

Aslinda bu kentte kendine bir türlü sevgili bulamamak ne

Chris'in ne de Sybil'in sorunu. Manhattan da yaşayan

herkes bu dertten muzdarip. İster gey olsun-ister

straight-ister paralı-ister parasız-ister kaslı-ister

başka birşey... Peki neden böyle, bunun bir nedeni

olmalı?

Amerika'da milyonlarca bekar yetişkin (bunlara yalnız

yaşayanlar ve evlilik dışı birliktelik yaşayanlar dahil)

yaşıyor. Bekarlar arasında kadınların sayısı fazla.

National Geographic dergisinin yayınladığı bekarlar

haritasına göre New York, New Jersay ve Connecticut

eyaletlerinin kent merkezlerinde yaşayan bekar

kadınların sayısı bekar erkeklerden 195 bin daha

fazla. Neyse biz, "neden sevgili bulmak bu kadar zor"

sorusunun cevabına dönelim. Bunun cevabını Unhooked

Generation adlı bir kitap veriyor. Kitabın yazarı Jillian Straus’un da

sevgilisi yokmuş. İçinde bulunduğu durumun nedenini çok

merak ediyor ve cavabı ararken kendini aynı zamanda

kitap yazarken buluyor.

Yazarımız, büyük kent merkezlerinde özellikle de Manhattan'da

yaşayan bekarlarla görüşüp onların ortak karakteristiklerini

belirlemeye çalışıyor.

Vardığı sonuç şu: Kentlerde bekar nufusu ve bekarların

biraraya geldiği barlar ve diğer mekanlar çok

olduğu için herkes kendileri için alternatifin sonsuz

olduğunu sanıyor. Dolayısıyla bir bekar kadın, bir

bekar erkekle tanıştığında ve o adamda küçük bir kusur

bulduğunda, hemen vazgeçip yeni bir arayışa giriyor.

Nasıl olsa çok ya. Kimse kimseye kancayı takmak istemiyor.

Bu nedenle, bütun tanışmalar, ertesi sabah son buluyor ve her

iki tarafın kişisel tarihine de bir gecelik ilişki olarak geçiyor.

Bekarlar birbirine emek vermekten, ilişkiye yatırım yapmaktan kaçınıyor.

Herkes, erkeğin de-kadının da-geyin de hazırını,olmuşunu istiyor.

Yazarın vardığı bu sonuçlar son derece mantıklı. Süpermarkete

gittiğimizde tam istediğimiz gibi bir ürünü (paketi, tadı,içerdiği

kalori-protein-vitamin miktarı, vs. ) bulup eve

getirmeye ve yemeye öyle alışmışız ki yeni

tanıştığımız bir sevgili adayından da istediğimiz bütün

özellikleri içermesini bekliyoruz. Kalorisi biraz

fazlaysa burun kıvırıyoruz, rengi tam istediğimiz gibi

değilse burun kıvırıyoruz. Böyle böyle gönlü boş

kalıyoruz.

TARAF gazetesi yazarı Hıdır Geviş /New York


1 yorum:

  1. keşke bu tek manhattan'ın sorunu olsa:))

    ankara'dan sevgiler hıdır geviş. seni izlemeye devam ediyoruz..

    YanıtlaSil

#navbar-iframe { height: 0px; }